"Kim olduğumu ve nerede olmak istediğimi bilmiyorum.. Belki de bu yüzden hiç bir yerde, hiç kimseyim." Aslında ben youm la.
15 Eylül 2016 Perşembe
"EX"PECTO PATRONUM!
Ve Tanrı gizli bir köşe yarattı zihninde Adem'in. Oraya "mahrem" dedi. Şimdikiler amigdala diyor. Duyguların merkezi. Bununla ilgili başka hipotezler de var. Kaplumbağaların kıçlarından nef- hayır bu değil. Bağırsağın peristaltik refleks ile limbik sisteme duygu akarmı gibi.
Her neredeyse; bulunduğu yerde; merkeze yakın bir oda var, kalbe giden dolmuşlara yürüme mesafesinde.
Biliyor musun? En zor anlarında kaçıp tutunduğun o anılar işte tam burada. Anlatılacak bir yönü olmayan, aslında kafanda bir bütün olarak resim bile edemediğin, ama renklerini bildiğin, aslında hiç var olmayan o kanepenin. Nerede duymuştun o kokuyu ilk, bilmediğin; ama kokunun bile rengini bildiğin. Cıvıl cıvıl. Sen de bilirsin. Acil durum anıları. Üstelik kırman gereken bir cam yoktur. Kalp kırarsın genelde, belki çene, uğrar ayak. Bunun güvenliliğine sığınıp geçmişte yaşamaya dönmenin cesareti mi desem, hıyarlığı mı? Yinede en az bir Patronus büyüsünde kullanabileceğin kadar güçlüdür onlar. Ve içine baban düşse, elmacık kemğinin üzerindeki beni görebileceğin kadar berrak.
Gittiğin yer nedensiz bir dinginlik verir de, sende; eskiden kalma, tam ne olduğunu seçemediğin ama iyi hissettiren anılarını hatırlarken ki hissi uyandırır ya...
Bazı akorlar o zamanları hatırlatır, ritimler yaşatır. Bazı filmler, en güzel çağında izlediğin. Sana özel bölge. Yasak bölge. Kapısında kol gibi BENLİK HARİCİ GİREMEZ yazan bölge. Zaten sen bile, içeride tam olarak ne olduğunu bilmezsin. Aslında üşenciliği bırakıp deli gibi içinde gezdirmek istediğin, ama başını şöyle bir sokup bakmak isteyene, "Baksan da anlamazsın" deyip geçtiğin... Sen de bilirsin ki; baksa da anlamayacak. Ben O' nu zihinimin işte tam o köşesine oturtmuştum. Yasak bölgeme. Mahremime. Merkezime. Bindi bir dolmuşa, yollar açıktı kalbe. Ne ben sordum "tam mı öğrenci mi?", ne o uzattı kalbe "tek kişi". Tüm koltuklar boştu ama o ayakta gitti. Navigasyonsuz buldu beni. Bir sallandık bir durduk onu karşıladığım yerde. Bıraktığı enkazı görene kadar Sinüs Düğümümde; sanıyordum ki eteğindeyiz balerinin. Aşkın şiddetinden yanıyoruz sanarken, şiddetin aşkını göremeden sönmüşüz. Söylerken maviye boyayacağını, odamın duvarlarını; kırdı camlarımı. Ayaklarıma battı. İttim onu can havliyle. Yuvarlandı kalın bağırsağımdan aşağı. Yuvarlanırken bile kesmedi küfretmeyi. Ta ki anüse gelene kadar. "Burası renksiz, çek beni", dedi yukarı. "Söz veriyorum boyayacağım duvarları". Sıçtım onu.
"Bırak gitsin" dedim. Bitmiştik artık. Bir daha asla; birbirimize söylememiş olmamız gereken şeyleri, birbirimize söylememiş insanlar olmayacaktık biz. Boktuk artık. Onunla devam etmek, duştan sonra kirli çamaşırını tekrar giymek gibi olsa gerekti. Sonuçta hastalanacaktık kirden. Ölecektik hastalıktan. Sanırım, tam da bu şekilde ölünüyor aşktan.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Bayıldım...
YanıtlaSilBayıldım...
YanıtlaSil