27 Nisan 2024 Cumartesi

Yaş 31

Bir Gözyaşı ve Bir Tebessüm… Halil Cibran’ın birçok kitabı var elimde, henüz okunmamış. Bu da onlardan biri. Kitapların ön sözünü okumak gibi bir alışkanlığım yoktu pek. Neyle karşı karşıya olduğumu anlamak için, ön sözlerin beni bir kitaba nasıl da güzel hazırladığını anladığım günden beri, okuyorum. Yine de anlayalı pek uzun zaman olmadı. Detaya inmeden önce bütünü görmek benim için hep önemli olmuştur. Böylece her şeyi aynı anda ön görebilir ve aralarındaki ilişkiyi kurarak tüm olasılıkları kontrol edebilirdim. Her şeyden önemlisi, mevcut durumu içselleştirebilirdim. Çünkü bütün; tamamdı. Onun ruhu, esas olandı. Kitabın ön sözünde Halil Cibran’ın hayatına yer verilmişti. Henüz okumayı tamamladım. Bu kısma birazdan döneceğim. Ama şimdi dinle… … Biraz buruktum bu sabah. Sebebini açıklamayacağım. Çünkü bunun gerçek olmadığını biliyorum. Ve kafanı bununla bulandırmaktansa, hakikatle demleyeceğim. Sadece genel durumu bilmen için şunları söyleyeceğim; bu sabah her şey çok dağınıktı benim için. Ve bu dağınıklığın içindeki ufak tefek parçalar, benim için yeterli bir bütünlük oluşturmuyordu. Yani bir şeylerin ruhu yok gibiydi. Bu sabah bir mum yaktım. Ve varlığımı kutladım. Ve bir öğüt verdim kendime; “Her neye ihtiyacın varsa, önce kendine ver güzel kızım…” Yıllarca yalnızlığa mahkum ettiğim içimdeki küçük kızla barışmayı diledim. Ve bunca zaman yüreğimdeki tüm buhranın sebebinin, bu küslük olduğunu henüz yeni yeni anlıyorum… Hazırlanıp işe gittim. Bugün yoğun bir gündü. Büyük ve karmaşık bir işi çok kısıtlı bir zamanda tamamladım. Hediyesi ise şaşırtıcı bir şekilde küçük bir eleştiri oldu. Her zaman yapmaya alıştığımdan farklı olarak ve tamamen istemsizce; kendimi, kendime şunları sesli olarak söylerken buldum; “Çok kısa bir zamanda, çok büyük bir iş çıkardın. Bu çoğunun üstesinden gelemeyeceği bir şeydi. Seni ve emeğini görüyorum. Ve seninle gurur duyuyorum. Aferin güzel kızım.” Bir an durdum. Ve dileğimin gerçekleştiğini fark ettim. Neyi duymak istiyorsam, onu kendi kulaklarıma yüreğimin yolundan geçirerek vermiştim. Ardından ne oldu biliyor musun? Eleştiriyi yapan kişiden hiyerarşik düzende daha üst düzey bir kişi beni tebrik etti. … Dışarı çıktım. Kendime bir fincan sıcak çikolata ısmarladım. Ve Halil Cibran’ın hayatını henüz okumayı tamamladım. Cibran’ın birçok eseri olmuş. Ama üzerine en titrediği ve kendini onunla tanımladığı eseri Ermiş’i tamamlayamadan öldüğünü öğrendim. Bir miktar üzdü önce bu beni. Ama sonra düşündüm ki, belki de Cibran’ın hayatının amacı olarak gördüğü ve en mükemmeli olsun isterken aslında ondan kaçtığı bu eser, ondan kaçmak için yarattığı diğer onlarca eseri yazması için bir araçtı. Ve asıl amacı belki de gerçekleşmişti. Çünkü geriye bıraktığı hayat ve eserler öyle ilham vericiydi ki.. Oysa o, asla bu gerçeği görememiş yaşarken. Yeterince mükemmel olmadığı için ne kadar mükemmel olduğunu, hiç göremeden son bulmuş yaşamı. … Günlerdir bu konuyla ilgili düşünüyordum. 31 yıl benim için yoğun bir arayışla geçmişti. Kimi sevsem yeterince mükemmel olmadığını, kim olsam yeterince mükemmel olmadığımı, hangi işte çalışsam tam olarak beni ifade etmediğini yaşayarak geçirmiştim. Sanma ki Cibran’a üzülüyorum. Yeterince iyi yaşandığı düşünülmediği için ona göre yeterince mükemmel olmayan bir hayatın mükemmelliği; yeterince mükemmel olmadığını düşündüğüm hayatımın, yeterince mükemmel olmadığı için ne kadar da mükemmel olduğunu fark ettirdi bana. Ve kim bilir daha kaç kişinin hayatına dokundu böylece Cibran. Mükemmel olsaydı, dokunabilir miydi bana böyle? Görebilir miydim onda kendimi? En etkileyicisi de, bunu hiç anlamamış olması değil mi? Tam da bu yüzden, bunun farkında olmadığı için dokunmuyor mu binlercemize? En mükemmel eseri Ermiş olmayacaktı. En mükemmel eserini, yaşadığı mükemmel olmayan hayatla zaten yarattı… “Ben bir küreyim” demişti Cibran… Görüyorum ve artırıyorum; “Biz”, bir küreyiz. Ve bu kürenin tam da merkezinden biliyorum ki; benim gözlerimden okuyor tüm bunları. Birlikte yazıyoruz her şeyi, binlercemiz tek bir yürek kaynağından ilham ile. … Son zamanlarda tek düşündüğüm bunlar değildi elbet. İnsanların ne kadar sığ olduğunu düşünürdüm birkaç hafta öncesine kadar. Sadece işe gidip eve gelen ve yemeğini yiyip sevdikleriyle biraz muhabbetten sonra yatağına giren ve takip eden günlerini de bunun varyasyonları şeklinde yaşayarak hayatını bu şekilde sürdüren ve hayatın anlamıyla ilgili hiçbir şeyi sorgulamayan insanların beni ne kadar şaşırttığını nasıl anlatsam, bilemiyorum. Onları anlamak benim için “güç”ten de öteydi. Gerçekten böyle yaşayabiliyorlar mıydı? İnsan nasıl bu şekilde mutlu olabilirdi ki? … Son zamanlarda halim tam olarak bu. Ve bu beni mutlu etmeye yetiyor. Bunu fark ettiğim günden beri oldukça şaşkınım. “Acaba yüreğimle bağlantımı mı yitiriyorum?” diye düşündüm birkaç kez. Ayaklarımın yere basması ne kadar da yabancıymış bana… Sadece yemek yemeyi ya da sadece uyumayı, yani aslında sadece yaşamayı ne kadar da küçümsüyormuşum. Ama aslında hepsi buymuş. Yeni yeni anlıyorum. … Yazamamaktan çok korkuyordum bugün. Çünkü son birkaç yıldır doğum günlerimde kendime bir şeyler yazarım. Yazamazsam, içimde bir şeyler eksik gibi gelir. Sebebi hakkında biraz içimi kurcaladım ve anladım ki; zihnimi toparlayıp bir yere bütün halinde dökerek orada bir ruh, bir insan yaratıyormuşum aslında. Bir çocuğum yok. Ve fark ediyorum ki; bu benim doğurma şeklimmiş. Tam olarak olmasa da belki; yazıklarımla bir annenin tatminini yaşıyormuşum. Anlıyorum. Ah ne çok şeyi ne kadar da güzel anlıyorsun yeni yaşında güzel kızım… Sanma ki anladın bitti. İçin içinde, daha neler var anlayacak, anladıklarının üzerinden… Neyse ki bunun farkındasın. Mükemmellikten çok uzak bir mektup bu kendime. İşte artık biliyorum ki; tam da bu yüzden mükemmel. Bugün 18 Nisan. Ve işte yazdın. Artık her şey tamam. İyi ki doğdun. Ve iyi ki doğurdun güzel kızım. Gönülden geçmiş olsun. …. Sustuysa için sana, Küstün mü sanıyorsun kendine? Bu sessizlik tüm seslerden evla. Ve yerli yerinde her şey. Tüm kendimi bulma arayışımın, aslında kendimden en seri kaçışım olduğunu henüz anlıyorum. Kim bu beni kuşatan, ben de bilmiyorum. Tüm önyargılardan uzak bir şekilde; Varlığını izleyerek, onu yeni yeni tanıyorum. Şimdi sessizlik zamanı. Hakikati görmek zamanı… Merhaba, Ben Tuğba ağacı. Gökten beslenip, yere meyve verenim. Varlığını sorgusuz seyirde, 31 kez kutlu eylerim… Hadi güzel kızım; “Bir dilek tut” dedim, mumu çoktan üfledin. Tut elimi, artık eve dönelim. Epicsi | 22.59 | 18.04.2023

Başka Bir Ben

Daha farklı olabilir miydi her şey? Başka bir yerde, başka bir ben? Çakıp gözlerimi tavana, Düşünüyorum da düşünüyorum.. Oldukça iyi olduğumu fark ediyorum bu konuda. Bunca zaman yaptığım tek şey buydu sonuçta… Düşünüyorum, tüm sinir sistemimim devre dışı kalana kadar… Ve sonunda yerimden hareket edemeyecek hale gelene kadar. Sonu geliyor bana eşlik eden şarkının, Niye geliyor ki? Saç diplerimde hissedebildiğim yeni bir parça yakalamışım... Kedim bile biliyor, kusana kadar başa saracağım. Işıktan bahsetmeyi ne kadar öğrensem de, Hayır diyemiyor insan bazen karanlığın cazibesine. Beni içine alıyor, Ve bir süreliğine yok oluyorum. Karanlığın içinden birilerini yaratıyor müzik içimde; İzin veriyorum ona. Tanıdık birileri var burada; Kim olduklarını sakın sorma. 🎥 Epicsi #runwayai ✍️Epicsi | 23.09.2023 | 20.03 🎵: Mor ve Ötesi - Araf @mvoofficial

Gerçek Tevazu

İnce bir melodinin güvenli kucağına kıvrılıp kalıyorum. Annemin kokusunu taşıyor rüzgar; Gerçek bir tevazuyla karşılıyorum, Gümüş tepsideki sunağını. Gerçek tevazuyu bilir misin? O ezilmez, mahcup olmaz, acımaz. Gerçek tevazu cesurdur; kendinden emin ve dengeli… Ne küçük vardır onun için, ne büyük. Ve eğriler yoktur geometrisinde; Tüm noktalar aynı çizgidedir. Dinleniyorum, şu anın gerçekliğiyle. Bir ona sığınırken utanmıyorum. Soyunabilecek kadar cesurum bu dinginliğin karşısında. Biraz yorulmuş, biraz ışıltısı sönmüş, biraz ütüsü bozulmuş bir kalbi karşılayan; Tahayyül edilemeyecek kadar yumuşak bir şefkat… Var, çünkü biliyorum. Epicsi | 08.49 | 11.08.2023

Şeytanlarım Var

Akmıyor... Damlamıyor bile satırlar. Bembeyaz bir siyah, Bomboş bir doluluk. Bekleyen biri var, kimseyi. Bilinmeyenin peşinde elleri, Dokunmuyor, yazmıyor. Merkezinden bir sancı ile doğuruyor gözleri. Akustik bir gitarın solosunda, arıyorum nefesimi. Bir onlar var, diyor aklımın köşelerinde; Şeytanlarım var... Bir kulağımdan girerler, ötekinden çıkarlar. Arıyorum, iki kulağım arasında cereyan eden şeytanlarımı; Çarpan zihnimin kapılarını. Düşüyor Tanrı’nın kalbi, semadan; Enfes bir gürültü, etrafa yayılan. Karışıyor birbirine ateş ve su; Kimse yanmıyor, kimse sönmüyor. Sıfır noktasından bir bebek gibi, Bakışlarım sağa sola, koşturup duruyor. Odunsu bir koku yayılıyor niyetimden. Dualarım ısırıyor dilimi. Yüce tanrım! Neyiz biz şimdi? Duymadan biliyorum; tat nedir? Sormadan biliyorum; ruh nedir? Saymadan biliyorum; bir nedir? O akıyor, ben ağlıyorum; bilmeden göz yaşı nedir? Epicsi | 30.07.2023 | 21.01

Bizim Hikayemiz

Ne düşünüyorsun? diye sordu sağ omzumun üzerinden, titreyerek ayak parmakları. Burnundan aşağısı görünmüyordu karşıdan. Sordu ve düştü topuklarının üzerine. Ne zaman yükselse zihnindeki fırtınaya, nefesini tutardı. (Sana ne?…) İçi dışı bir insanlar, bazen kırıcı olabiliyorlar. Olmadım. “Hiiç…” Derin bir iç çekti. Her şeyden biraz olabilirdi; Zayıf, saplantılı, kaygılı, atarlı, hassas ve kafadan biraz arızalı… Ama aptal değildi. Anladı. Zaten bir tek, O anlardı… Sustu. Sustum. Her şeyden biraz olabilirdi; Ama izansız değildi. Sormadı. Gitmedi de. Öylece yanımda kaldı. Tüm hikayemiz buydu; Ve bizden geriye kalandı. ✍️ Epicsi | 30.06.2023 | 23.59

Zaman Makinesi

“Anılara dalıp gitme” olayı çok ilginç değil mi? O an fiziksel olarak bulunduğun yerde olmuyorsun. Önünden biri geçip gitse, fark etmiyorsun. Çünkü orada değilsin. Mecazen değil, gerçekten orada değilsin. Peki neden her anımızı hatırlamayız? Evet öyle. Bazı anıları unuturuz, silinir gider. İlla başına gelmiştir. Biri birlikte geçirdiğiniz bir anınızdan bahsettiğinde, hatırlayamadığın ya da hayal meyal hatırladığın olmuştur. Peki neden? Neden bazıları mıh gibi kazınır hafızamıza? Anılar bizim çalışma alanlarımızdır. Veremediğimiz derslerimizdir. Bütünleme sınıflarımızdır. Anıya gider ve o anı çözümlemeye çalışırsın. Seni rahatsız edeni çözmeye, vaktiyle görmediğini görmeye, anlamlandıramadıklarını, geçen zamanla oluşan yeni senin deneyimleri ve bakış açısıyla anlamlandırmaya çalışırsın. Ve sonunda kendine tatmin edici bir not verdiğinde, kapısı kapanır artık bu sınıfın. Ve istediğin her şeyi değiştirebilirsin bu alanda. Vaktiyle madde aleminde yapamadıklarını mana aleminde yapabilme fırsatı sunar sana sistem. Çoğumuz fark etmeyiz ama anıları tekrar tekrar zihnimizde canlandırabilme yeteneği bir mucizedir. Bu, bizim zaman makinemizdir. 26.06.2023 | 09.11

Dualitenin Bilgisi

Bilinebilecek her şey, tüm “bilgi” dualitedendir. Bilgiyi almak ise, kibir gerektirir. Bilmek için bir “bilen” olmalıdır. “Ben” olmalıdır. Bilginin olduğu yerde, ego vardır ve her zaman olacaktır. Ondan kurtulmaya çalışmak boşunadır. Egonun varlığını kabullen. Ve kabullenişin, sana bir sakinlik getirecektir. Tam da buradan, sakinliğin kucağından aklet; reddedilebilecek ve kabullenilebilecek bir şey varsa ortada, onu reddedecek veya kabul edebilecek biri de var demektir içeride… Kim o? Kim bu kararları veren? Sen mi? İçinden bakan Tanrı mı? Peki ya onu “fark eden” kim? “Kararı vereni fark eden” ve “kim olduğunu sorgulayan” kim? Sonunda sadece “sessizlik” kalana kadar bir adım geri çık… Orada biri yok. Bir şey var; kim olduğunu veya ne olduğunu kimsenin bilemeyeceği. Bir şey; her şeyi algılayan… Ve tam da vardığımız bu noktada; bir “kendilik hissi” karşılar seni; üzerine düşündüğün anda adını koymaya ve bir yere oturtmaya çalışacağın. Ve SAHİPLENDİĞİN AN’da, egonun tuzağına düşüp “benlik algısını” oluşturacağın. Kim bu “BEN”? Tanrı mı? Sen mi? Yanılgı mı? Hakikat mi? Kim bilir?... Buyuruyor ki Tanrı; “her şeyi bilemezsin.” Zaten “hakikat” de, bilginin dışındaki yerdedir. ✍️Epicsi | 22.12.2023 | 19.03

Yaş 32

İşte yine yaptım. Yine unuttum kim olduğumu Hangi yola talip olduğumu Ve öldüğüm patikalarda, nelere nail olduğumu. Yine unuttum tek bir balyozla yıktığım surları Görkemli kalelere çektiğim bayrakları Unuttum açıldığım fırtınalı okyanuslarda, Feda ettiğim koca bir mürettebatı İşte yine unuttum ışıksız kaldırımlarda, içimde döllenen güneşin sancısını. Burnum bile kanamadan, ortasında sapasağlam dikildiğim girdapları. Unuttum kalbimdeki irinle, karaladığım romanları. Dışarıdan ilahi bir dokunuş beklerken, içimde seviştiğim Tanrıları. Nereden geldiğimi unuttum. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Bildiğimi sandığım ne varsa hatırlarken, İçimdeki cahili keşfediyorum. Bir ben yıkılıyor içinde kızım, 32 yıllık; kutla. Bir mum yak önündeki karanlığa ve hiçbir dilek tutma. Söndür, içinde yaşayan tüm kahır hiç olsun. İyi ki doğdun, iyi ki öldün kızım; iyi ki varsın, iyi ki yoksun. Epicsi | 18.04.2024 | 22.55

26 Mart 2024 Salı

Hikayenin Kendisi

Nasıl tarif etsem, bilmiyorum. Uzun zamandır ilk kez, içimi kulaklarıma döküyorum. Birini doğuruyorum, hiç değmeden bir başkasının tenine. Epey yaşı var hem de belli, gözlerinde. Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Hiç şaşırtmıyor artık bu hikaye. Evveli kayıp bir kitabın ortasındaki B, Damlamış bir şarabım, altı çizilmiş bir kelimeye. Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Çağıran yollar var da sanki, Doğumu bekleyen bir şeyda gibi, Dönüp duruyorum kalbimin eşiğinde. Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Karanlığı güneşten daha parlak, bir dünya ışıldıyor içimde, Bir çift göz açılıyor ayaklarımın altında, Bakmadığım tek yerde görüyorum hakikati, toprağı ezdikçe. Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Hatırlıyorum, duvarları taştan bir kütüphane… Yaprakları etrafa savrulmuş eski bir kitabı toparlamaya çalışıyorum. Hem korkuyorum, hem sahip olmak istiyorum hikayesine. Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Hatırlamaya çalıştıkça unuttuğum bir rüya gibi, Sanki içimde tüm kitaplar, hem de değil. Sanki dimdik duruyor karşımda tüm harfler, hem de emrediyorum; eğil! Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Gümüş bir kalem elimde, diz çöküyor dünya önümde. Bir kapı açılıyor omurgamın içinden, Hatırlıyorum evveli de ahiri de. Kitap da benim, şarap da; Okuyan da benim, yazan da. Ben adağım, hem de sunak. Hem tadanım, hem de tat. Nasıl tarif etsem, bilmiyorum, Teslim alan ve teslim edenim; kendini yaratıyor Tanrı sanki… Ait olduğum bir hikayeye sahipmişim gibi, Ben anlatanım, hem de hikayenin kendisi. Epicsi | 26.03.24 | 21.08