20 Eylül 2020 Pazar

Ben Yokum

Tam ortasında olup bitiyor her şey kalabalığın. İlk kez bir fırtınadan kayıp vermeden çıkacağımı düşünüyorum meydana. Bu kez her şey yerli yerinde; ben yokum. Deliriyor kalabalık. Gürültülü bir koşturmaca. Kiminin topukları çarpıyor kıçına. Ben yokum. Annem bağırıyor. Şimdi alacak terliği eline, az kaldı. Elma! Elma! diye dolanıyor bizim çocuklar. İnadımdan sanıyorlar. Değil. Ben yokum. Babam o istediğim gece lambasını almış, hediye. Kardeşlerim hepten dönmüş deliye. Bakmadık bir köşe kalmamış. Ben yokum. Yakıyor birisi ışıkları, mutluyum. Büyüyor göz bebeklerim, “sonunda!” diye ağlıyorum. Yaklaşıyor diğeri bana, beni soruyor. Hüsran eğiyor başımı, sallıyorum gidiyor. Birileri beni aramaya devam ediyor. Ben, yokum.

18 Temmuz 2020 Cumartesi

Zamansız Varoluş

Çok mu erkendi? Ya da çok geç?
Bilmiyordum ama zamansız olduğu apaçık ortadaydı.
Bir çok şey zamansız gelişirdi zaten hayatında ona göre. Doğumu bile zamansızmış. Sezaryenmiş üstelik. İlk başarısını babasının söylemine göre bir “baytar” çalmış.
Kesesi yatay değil dikey kesilmiş. Bu annesinin karnında T şeklide bir deformasyona neden olmuş. Zaman zaman, hayatının ters gidişatının doğumundan belli olduğunu dair imalarda bulunurdu. Ne zaman doğduğunu tam olarak bilmediği için doğum saati - tarihi ile bulunan burçtan yükselenden falan pek haz etmezdi. İnanırdı. Bilmediği şeyler için sıkıntı yoktu ama bilemeyeceği şeyler karşısında sinirleri bozulurdu. Yine de kendini Tanrı’ya karşı sinirlenmemesi konusunda eğitmişti.
Sabahları yorganı tekmeleyerek kalkardı. Eşyalarına sevgiyle yaklaşırdı ama o yorgana karşı oldukça acımasızdı. Yılışıklığı sevmezdi. Bu yorganı bile olsa ağzının payını alırdı.
Komik kızdı. Eğlenceliydi. Önceleri arkadaşlık teklif edemeyeceğim kadar havalı gelirdi gözüme. Onu tanıdıkça içtenliği karşısında büyülenmiş, bir o kadar da rahatlamıştım. Yardımseverdi. Sinirlendiği zaman duraksar, yutkunur ve kontrollü bir şekilde konuşmaya başlardı. En çok bu yönünü severdim. Duygularını kontrol etmeyi bilirdi. Ona bunu söylediğimdeyse kahkaha atıp onu hiç tanımadığımı söylerdi.
Her zaman duyarlıydı. Bana karşıysa ayrıca nazik. Sık flörtleşse de pek sevgilisi olmazdı. Kendine göre birini bulamamaktan duyduğu bir kaygının olup olmadığını hep merak etmişimdir. Yalnızlığından oldukça mutlu görünürdü. Yine de kapalı kapılar ardındaki hıçkırıkların duyulamayacağını söylerdi.
Bazen ortalıktan kaybolurdu. Birkaç hafta sonra yine tüm neşesiyle ortaya çıkardı. Ortalıktan kaybolduğu zamanlarda onu merak ederdim. Sebebini hiç söylemedi. Bana kalırsa, yalnızca kabuğuna çekilip bulutların dağılmasını beklerdi..
Epicsi 18.07.20 21:37

“Müsait Değilim”

Güneş onu gözlerinden öperek uyandırdı. Oysa çok yorgundu. 10 dakika daha gözlerini hiç aralamaksızın kımıldamadan yattı. Odadaki eşyalar hala uyuduğunu sanıyordu. Göz kapaklarını ısıtan güneş vücuduna doğru yıldız gibi kaydı. Sonunda gözlerini araladı. Yataktan aşağı sarkan ayaklarını yattığı yerden sallamaya başladı. Elini yastığının altına soktu. Sağ sol yapıp eline çarpan telefonunu tuttuğu gibi çıkardı. Cevapsız aramaları ve mesajları gördü. Bunun için bile çok yorgundu. Telefonu kenara bıraktı.
Sadece yalnız kalmak istiyordu. Kimseden bir beklentisi yoktu. Kimsenin beklentisine karşılık verecek mecali de. Aklı darmadağınık, ruhu toz içindeydi. Tam olarak “müsait değil”di. Böyle zamanlarda içeri paldır küldür dalmak isteyen insanlara karşıysa oldukça sertti. Ona göre bu büyük düşüncesizlik ve kabalıktı. Başkalarına gösterdiği anlayışın kendisine de gösterilmesini beklemekse en doğal hakkıydı.
Bazen olurdu böyle. Sebebini anlar gibi olduğu zamanlar olduysa da bunun zamandan başka çözümü yoktu.
Böyle zamanlarda fazlaca düşünür, hayatındaki insanları teker teker gözden geçirirdi. Bunu en son yaptığında yakın bir dostuyla yollarını ayırmaya karar vermişti.
Bana sorarsanız, almış olduğu en doğru kararlardan biriydi.
Evet..
Bazı kavramlara olan inancı gitgide zayıflıyordu.
Dostluk da bunlardan biriydi...

Epicsi
18.07.2020 15:59

Bir Boşluğun Hikayesi

Uyuşuk bir tedirginlik var gibiydi üzerinde. Güneşin kızılı kumral saçlarını turuncuya boyuyordu. Ayaklarının altında ezilen çakılların can havliyle çıkardığı sesler, ruhundaki sadisti sarhoş ediyordu. Tahta bir salıncağı sallarcasına bir esip bir çekilen rüzgar saçlarını örüyordu. Birden taşlardan biri öç alıyormuşçasına ayak bileğine vurdu. “Sıçradı sanırım” diye düşünerek topuklarını yere hangi şiddette vurduğunu merak edip ayaklarına ani bir bakış attı.
“Afedersiniz!”
Bakışları, sesin geldiği yöne başından önce kalktı.

Doğrudan gözlerine vuran güneşe istemsizce çattığı kaşları, delikanlının, gülümsemekle bükülmek arasında kalmış kararsız dudak kenarlarının işini zorlaştırıyordu. Mahçup kaşlarını alnına düşen saçlarına değdirdi.
“Önemli değil”..
Öyle sessiz söylemişti ki bunu, kendisi bile zor duymuştu. Delikanlı dudaklarını okumuş gibi dalgaların geldiği yöne doğru çömeldi. Bir gözünü kısarak cebinden çıkardığı taşlarla denizi hedef aldı.

Bir an için, bir önceki gün bitirdiği kitap onu hakkında düşünmeye zorluyor zannetse de esas zanlının kısa zaman önce içine düştüğü boşluk olduğunu fark etmek fazla vaktini almadı..

Epicsi |28.10.2019

Seherbaz

Koku vermeyen bir yangın.
Seherbazın parlayan kağıtları gibi.
Koca burunlu bir âmâsın.
Yanılıyorsun, burası güzel.
Hastayım yalnız.
İnsana kızıp insanlıktan nefret etmek bir hastalık.
İyileşmek istediğimden her şey;
Geri döneceğim.
Yanlış anlama, kibarlığımdan susuyorum.
Kabalaşmak da istemem ama,
Kimseyi görmek istemiyorum.
Yandığından değil canım,
Çıplağım, yıkanıyorum.

Epicsi Eylül 2019

Ahmak

Ne de soğuktu kanı.
Nasıl cesur.
Önceden düşünülmüş bir senaryonun, hesaplanmamış trajedisi yansıyor yüzüme.
Yine de hayran oluyorum istifinin asaletine.
Ah ne de ahmaksın!
İnsan kendine çelme takar mı?
Birkaç zamandır iyi değilim.
Sözler klişeleştikçe veriyor otomatik pilota insan aklını.
Bir kahramanın sürüden ayrılıp “iyi değilim” diyebilmesi ne büyük çığlık!
Onu ancak, bozulan akıllar anlayabilir.
Küçümseyecek kadar büyük kibrin.
Yine de küfretmeyeceğim.
Bu bir kaza da olsa, kaskosuz yüreğim.
Hadi alay et!
Kinlendir beni kendime.
Bugün seni ilk ve son kez göreceğim.

Epicsi |Eylül 2019

Bir Dilek Tut

...
3 gündür taramadığı saçları birbirine girmişti. Dün gece gördüğü rüyanın etkisindeydi hala. Yağlanmaya yüz tutmuş saçları alelade toplanmıştı. Başını kaşıdı. Üzerine düşen kepekleri, pencereden yağan karı izleyen bir çocuk gibi izledi. Bu nedense ona “ölüm”ü hatırlattı. Bir süre, bunun ona niçin ölümü hatırlattığına dair kafa yordu. Cevap bulamadı.
Parmakları saçlarının arasında kaybolurken göz ucuyla pencereyi süzdü. Kalbi çarptı. Yıldız kaydı sandı. Tekrar baktı; sadece bir uçaktı. Tüh..
“Dilek tutacaktım” diye aklından geçirdi.
Ne dileyeceğini o da bilmiyordu aslında. Ama bu artık bir sorun değildi. Zaten kayan da yıldız değildi.
...
Epicsi 03.07.2020 22:13

30.Merdiven

Buradayım.
Telefonumu kapattım. Kimsenin beni rahatsız etmesini istemiyorum.
Sadece yarım saate ihtiyacım var.
Buradayım. Birçok şeyin bittiği yerde.
Geri kalan her şey için, “hadi kızım, yeniden!” dediğim yerde.
Buradayım.
30.Merdivende. İki sokak lambasının arası burası. Gölgemi görebiliyorum. Işık ne az ne çok. Tam da ihtiyacım olduğu gibi.
Buradayım.
Benim olsun istediğim bazı şeyleri yitirdiğim ve bana ait her şeyi geri aldığım yerde. Bu bir durak. Ve yolcu ettiğim her şeyin arkasından şöyle bir bakmak istiyorum.
Ben değiştim.
Buradayım.
Tatlı bir burukluk var içimde.
Görülmek değil, görmek istiyorum bu kez.
Dostlarım, aşklarım, toprağa koyduklarım..
Hepsi gerçekleşiyor şu anda.
Bir karınca geziyor kolumda. İrkiliyorum. Ve kayboluyor hepsi.
Anlıyorum.
Yüz yıllık bir yüreğin ağırlığı ve masum bir çocuğun tebessümüyle buradayım.
Aklımın bu şaşılası yolculuğunda, zamana kafa tutuyor gerçekliğim. Yoluma yoldaş herkesin hatırına 1 saniye duruyorum her durakta. Omzuna baş koyduğum ve başını omzuma dayamış herkese selam olsun.
Ne de güzel yaşadım ben bu hayatı..
Epicsi - 01.07.2020 00:09

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Veranda

Bana bir ses ver, kaybolsun kulaklarım.
Dalından kopan yaprak gibi, üfle, düşsün saçlarım.
Bir dokun, yok olsun ellerim ayaklarım.
Say üçden geriye, utansın dudaklarım.
Yok et ve var et; çıkar beni evimden.
Süzülmeden göğe paçavraların içinden;
Güneşin alnında çırılçıplak,
veranda da buluşalım.

Epicsi | 01:40 26.05.2020

28 Nisan 2020 Salı

Düş Peşime Aziz Varlığım

Düş peşime aziz varlığım.
Kutsanmış olana çal bedenimi.
Dizlerimin bağına sıkışmış ruhum,
Yaralarımdan sızar belki,
Düş peşime aziz varlığım.
Kendime kaçarken yakala beni.
Yanılgılarım tapsın sana,
Ver ateşe bu korkunç gölgeyi. (23.01.20 10:25)

Yasak Alem

Dokunma bana!
Ezelden kirli gözlerim.
Akamam ruhuna,
Mülküm yok.
Yasak bu aleme yerleşim.
Belki bir şarkı yazarım sana,
Gizli dinle kulaklarından.
Vurduğunda ezgim seni semaya,
Buluşalım noksanlığın yurdunda.
Epicsi (23.01.20 13:20)

Zamana Yatmak

Zamanın seyrine tutkun bir ayyaşım.
Solumu bilmem, sağımı bilmem.
Aynanın ardını göremiyor aslım.
Rengine, şekline, cismine tavım...
Derken yakaladı ensemden!
Ben çağırmışım ezelden.
Bir cehennem ki emrinde bahar.
Sanki söker ruhumu yerinden rüzgar.
Uyan!
Uyan yattığın zamandan.
Ötesinde bir yer var, mekanın, hepsi kitaptan.
Şahsız, kralsız,sultansız bir diyardan,
Ses ver kendine ve işit ahir zamandan.
Epicsi | 06.04.2020 04:55

5 Mart 2020 Perşembe

5. Element

Bir kibritin ucundan değ yangınıma.
Dalga dalga vur kıyıma.
Yalın ayak bas toprağıma.
Es yüzüme, sin üzerime.
5.element benim.
Yok et ve doğur beni yeniden var oluşa.

24 Şubat 2020 Pazartesi

Kaplumbağa ve Tavşan

Doğ içime. Dağıt beni.
Geçmiş zamanın yokluğuna sıkışmış bir siyahsın.
Duvağımı yüzüme indirdikçe varsın.
Bir mum yakasım vardı bugün.
Bir okuyasım rafın en dibinde kalmış o yırtık kitabı.
Bil bakalım bana kimi hatırlattı?
Tilkinin tavşana aşık olması niye ırgalardı ki kaplumbağayı?
Unut gitsin o masalı.
Sen bu yarışı kaybettin. -Epicsi | 25.02.20 00:45

Karanlıktan Gelen

Hatırlıyorum.
Gerdanın boştu.
Üzerine dökülecek saçların da yoktu. “Ah nasıl talihsiz bir genç kız” dedim içimden.
Sonra o geldi.
Bir delikten sıyrılan yılan gibi.
Ustaca süzüldü gövdenden.
Mücevheri dudaklarında, bir öpücük kondurdu gerdanına.
Ah, dedim içimden. “Çirkin şansı.” -Epicsi (24.02.20. 11:11)

17 Şubat 2020 Pazartesi

Günlüğümdeki Savaş

Günlüğümde bir savaş.
Her sayfası bir yüzüm.
Sen kokuyor hatıram.
Okunmuyor kırık dökük.
Mürekkebi dağılmış.
Sonu başından belli.
Korkarım okumaya.
Sanki başkasının elleri.
Buruşmuş sayfalar
Sayıklıyor ismini
Bir kağıtta hayat bulan
Unutulmuş ezgiyi.
Defterde bir cümleyiz
Yırttım yandığın yeri.
Korkmuyorum kaleminden.
Gel de çiz üzerimi.
Epicsi. |
17.02.20 18:39

19 Ocak 2020 Pazar

Kuru Girdap

Çözer mi sandın bu kuru girdabı çıldırmış yağmurların?
Gözlerime devir sanrını zamansızlığının kurbanı.
Yutma, ahmaklaş zihnindeki metine.
Kavra beni, kavrat kendine.
Arşa bakan topukların haklayacak seni.
Sandın mı kayarsın toprak gibi yamacından?
Doğa bilmez nedir ihanet.
Dur kendine, at bir nara aslından.
Çelişen, kabullenişinle bitmeyecek.
Bir yerlerde hep titreyecek.
Kurtuluşa yatıyorsun uykuya ama;
Hakikat rüyalarında bitecek.

16 Ocak 2020 Perşembe

Suntafa

7 yaşındaydım.
Geçen yaz olduğu gibi, o yaz da anneannemin Esenköydeki yazlığına gitmiştik. Orayı görmeniz gerek.
Kanalizasyonlardaki sorunlardan yıllarca bok kokusu sokaklarını sarmış olsa da, gül kokan cennet bahçelerini andırır limanı. Belki de yalnızca bizim için öyleydi..
En tatlı yazlarımızı sokaklarında dolu dizgin geçirdik.
Nasıl olmuşsa olmuş akran 15 civarı genç bir binaya doluşmuştuk. Oynadık, ağladık, güldük, korktuk, küstük, barıştık, yüzdük, koştuk!
Mangal yaptık Kızıl Kayalar’da.
Dost olduk.
Dostluğumuza has tabirler geliştirecek kadar yakınlaştık. Filiz’imiz vardı mesela. Üzerinde çekirdek çitlediğimiz kaya.
Gülüm vardı sonra.. H2M Amca’nın teknesi. H2M Amca demişken.. Ona da selam olsun.
Hasan Hüseyin Metin’dir esas adı. Yıllarca binamızı yönetti. Üzerimize az su dökmediler kapıda 10 kişi oturup sabaha kadar kakara kikiri yapıyoruz diye. Hey gidi. Bunlar bir şey değil.. Az Caramio’larını çalmadık Ayhan Abi! Yıllar başka bahçelere koydu çoğumuzu.
Azaldık.
Çocukluğumun yazından kalma taze çiçeklerdi her biri, günlüğümün arasına kurumaya bıraktığım. Hala tazeymiş gibi kokar birkaçı. Mervem, Neslim, Seyhanım, Aslım. Burakla Fazıl var bir de.
Ama ben bugün Suntadan bahsedeceğim.
Destur canım.
Onu ilk kez bahçede gördüm. Yanında ablası vardı. Benim de abim. Kocaman gözleri zayıf bedeninde fıldır fıldır döner dururdu. Şort giymişti. Mavi beyaz çizgili de bir tshirt vardı üzerinde.
Merhabalaştık.
Çok net değil gerisi. 20 yıl olmuş tabi. Ve uzun sürecek bir dostluğu başından anlamış gibi telaşsız oynamaya başladık.
Kiremitleri kırarak tozlarından kına yaptık. Artık arkadaştık.
Sunta.. Asıl adı Mustafa. Ama biz ona aramızda Suntafa derdik. Kısaldı Sunta diye kaldı.
Komikti Sunta. Her şeye gülerdi. Ciddi bir şey konuşmak ne mümkün yanında? Bazen kalbinin olmadığını bile düşünürdüm. Cenazede bile gülebilecek bir insan potansiyelinden bahsediyorum. Hep öyle kalacak diye çok korktuk hepimiz ama neyseki büyüdükçe düzeldi.
Ciddi konuları konuşabilecek kadar büyüdüğünde, hala dost olduğumuz için çok şanslıydık.
Ortamın neşesi, “tamam ya hallederiz” cisi.
İyilerin dostu, kötülerin düşmanı.
Eğlencelidir Sunta, cömerttir.
Vefalıdır, arar sorar.
Grubu hep bir arada tutar.
Neşelidir, en mutsuz anında bile güldürür seni.
Başın mı sıkıştı? Alo, demen yeterli.
Ehliyeti de kaptırmayaydı iyidi.

Benim için de yaz demiştin;
Dostum..
Ne güzel de büyüdük ama?!

Ölümler gördük. Doğumlar. Düğünler.
Hayatın dayanılmaz bir hale geldiği noktalardaysa birbirimize sarıldık.
Esenköyde.
İstanbulda.
Dünyanın bir ucunda.
Bedenen nerede olursak olalım, ruhumuz hep yan yana.
Hey! Duyanlar duymayanlara..
Bizi sorarlarsa ya Filiz’deyiz, ya da Kızılkayalar’da.

Seyret Beni

Seyret şimdi beni. Bıraktığından daha güçlü kalkacağım ayağa.
Parmaklarının arasında gizlediğin saçlarımı da alıp gideceğim.
Anlamını sesimde bulduğun çizgilerin kalacak sana.
Sık avuçlarını.
Bir daha onları asla görmeyeceğim.

Çıldırmış kelimeler bırakıyorum sana.
Daha önce hiç yolları kesişmemiş..
Şaşkın virgüller oturacak sofrana,
Yuttuğun her lokmanın tahtına göz dikmiş.

Seyret şimdi.

O gün neler oldu içimde.
Sana asla söylemeyeceğim.

Başlıksız

İnsanlar kalp kırmak konusunda çok rahatlar. Arkadaşını terslemek konusunda.. Ardını düşünmüyorlar. Onu kaybetmekten korkmuyorlar. Egoları uğruna aralarına mesafe girmesini hatta dostluklarının bitebilme ihtimalimi kolaylıkla göze alabiliyorlar. Bunu anlayamıyorum.

Birinin omzunda utanmadan ağlamaya ihtiyaç duyan, eleştirilmeden dinlenilmeyi bekleyen, konuşurken yanlış anlaşılmayacağını bilmek isteyen, karşısındakine söylense bile bunun onun iyiliği için olduğunun farkında olunmasını isteyen, onunla gizli rekabete girmeyecek birine ihtiyaç duyan, koşulsuz güvenilmek isteyen, eksiklerini ona laf sokarak değil açıkça ve incitmeden belirtecek insanlara ihtiyaç duyan insanlar; ihtiyaç duydukları gibi bir insan olmadıkları sürece asla aradıklarını bulamayacaklar.
Çünkü ihtiyaç duydukları o insanlar ancak kendileri gibi davranan insanlara güvenip dostluk kurarlar.

Belki de biraz güvenmeye ihtiyacımız var.
Kaybedeceğimiz henüz kurulmamış bir dostluk olur. Yani hiç bir şey.
Kazanacağımız ise çoğunun sahip olamadığı bir şey.

Alice

Tak tuk tak tuk tak tuk...
“Hay anasını! Nereden giyindim şu ayakkabıları!”
...
Yelkovanla asla anlaşamayacaktım. Hep bir inat, hep bir kafasının dikine gitme çabası.
Geç dersin akmaz, dur dersin uçar. Dans dersime geç kalmıştım..
Hoca çoktan terletmiştir sınıfı, diye düşününce bir boş vermişliğe bürünerek adımlarımı yavaşlattım.
“Amaan! Battı balık yan gider.”
Derken iyice akşam yürüyüşü moduna girdim ben.
Sanırım o kadar yavaşlamasam, onu asla fark edemeyecektim.
Alice.
Kulakları olan bir altın külçesi, sarıya boyanmış bir fareye benziyordu.
Henüz tam anlamıyla “bir kedi” denilemeyecek kadar küçüktü.
Gülümseyip iki üç adım attım.
Ve durdum.
Daha önce çok kez bu durumu yaşadım. Şu alıp eve götürme isteği hani.
Bu kez farklı bir şeyler vardı.
İçimdeki çocuk yalvarmaya başladı ebeveyn benliğime.
“Bizim olabilir miii? Besleyebilir miyiiim? Noluur alalım noolurr bizimle gelsiin!”

Onu bastıramayacağım kadar hakimdi bana sesi.
“Tamam” dedim.
“Ama iki gün sevip üçüncü gün sorumluluklarını unutursan ağzını burnunu kırarım.”

İçimdeki çocuğa genel olarak serttim. Bunu Alice’den sonra fark edecektim..

Geri döndüm..
Sordum soruşturdum. Annesi ve kardeşi hastalıktan ölmüş. Oralarda hayrına bakıyorlarmış.
Aldım götürdüm. Maması, tabağı, yatağı, aşıları derken aldığım üç kuruş parayı olduğu gibi onun için harcıyordum. Yine de benim için her şey yolundaydı.
Bir süre sonra Alice in karnı şişmeye başladı. Başta önemsemedim ama karnı şişmeye devam etti.
Veterinerine götürdüğümde Alice in FIB olduğunu öğrendim.
Evet. Alice ölecekti..
Ağrılarını azaltmak için verdiği bir iki ilaç dışında yapabileceği hiç bir şey yoktu bu beyaz önlüklü adamın.
Ne kadar üzgün olduğumu anlatmayı deneyemeceğim bile.
Yapamayacağımı biliyorum çünkü.
Hiç kurtuluşu yok mu, diye sordum.
“15 yıllık veterinerim, kurtulan 1 kedi gördüm şimdiye kadar” cevabını verdi.
Hüznüm çaresizlikten hırsa dönüştü.
“O halde ona iyi bakın. Çünkü bu 2. olacak!”
Hırsınsa teslimiyete dönüşümü çok uzun sürmedi..
“Lütfen öyle olsun..”
Dua etmeye başladım.

Her akşam karnını okşayıp, küçükken bildiğim dualar arasında en güçlüsü gibi gelen ayetel kürsiyi defalarca okuyordum.
Uyurken bariz bir şekilde duyduğum hırıltısı kesiliyordu ara ara. Her kesilişinde de yüreğime iniyor, yatağına koşup burnuna kadar yaklaşıyor ve nefes alıp almadığını kontrol ediyordum.
Bir süre sonra kardeşimin kediye alerjisi olduğunu öğrendik. Kötü durumdaydı. Apar topar hastaneye götürdük onu.
Doktor şiddetle uyardı. Alice kesinlikle evde kalmamalıydı..

Onu bırakamazdım. Aramızdaki görünmez bağ çoktan vücudumu kundaklamıştı.
Zaten benim gibi ona kimse bakamaz, diye düşündüm. Hastaydı. Kimseye güvenemezdim.
İlacının saatini kaçırmasa bile, dua edecek miydi onu alan kişi benim gibi?
Bilemezdim.
Yurtdışında FIB in tedavisinin kesin bile olmadığı farklı operasyonlara baş vurmak için kredi bile çekmeyi düşünürken, onu kimseye veremezdim.
Varım yoğum Alice’ti.
...
Ayrı eve çıkma kararı aldım onun için. Ama nasıl? Beş kuruş param yoktu ki.
Annemin eşi kanserdi.
Ona dokunur korkusuyla annemin evine de gidemiyorduk.
Sonunda onlar büyük bir eve çıktıklarında, arka odada Alice’e bakabileceğimi öğrendiğimde dünya gerçekten benimdi sanki. Bir kelebek kadar hafif, bir kuş kadar özgür hissediyordum. Uzun bir süre işime biraz uzak kalsa da Alice ile orada yaşadık. Bir süre sonra Alice’İn karnının indiğini fark etmeye başladım. Veterinere tekrar gittiğimizde, beyaz önlüklü adam bir mucizeye bakarmışçasına tahlil sonuçlarının olduğu ekrana bakıyordu. Alice in karnındaki sıvı kaybolmuş, FIB yok olmuştu..
Sevgi ve duanın gücüne inanın.
Sevgiyle kalın.
Ha bu arada, Alice’ e ne mi oldu?
Mutlu bir sondan söz edemeyecek olsam da, Alice için güvenli bir sondu.
Anlatayım;
Annemin eşini bir süre sonra kaybettik. O evden taşındık. Ve Alice’i bir arkadaşımıza vermek zorunda kaldık. Bu ayrılışın bana verdiği acıyı tarif edemeyecek olsam da, şunu bilmek beni rahatlatıyordu.
“O artık iyi. Ve iyi bir aileye gitti.”

Rüyan!

Uyan! Sadece rüyaydı.
Bu bir oyun.
Kazanan ve kaybeden var.
Ve bunun bir önemi yok.
Bitiş noktasında başlayacak hikayen bundan farklı olacak.
Sakinleş.
Rüyan!
Sadece hayattı.
Başlamayacak. bitmeyecek.
Zamansızlık her şeyi çözecek.

Ay Tutulması

Kalk ayağa, sil gözlerinden akan zamanı.
Sıktığın avuçların hangi felaketin habercisi?
Kazı ruhundan birikmiş tüm katranı,
Göğsüne düşecek güneş, bu son ay tutulması.
Uyan yıka yüzünden akan sancıyı,
Çatık kaşların kırsın mı bir aynayı?
Dayan,
Kimsesizliğin tanrıya gebe,
Doğur kendini ve doğ kendinden tam zamanı.

Sarı Balonlar

Büyüdüm...
Her sözden, her gözden, her yüzden.
Eğlendirmiyor oyunlarınız.
Bilmiyor muyum sandınız gizliden çaldıklarınızı hayatımdan?
Sustum, oyunun sürmesiydi maksadım.
Sıkıldım.
Gelmeyin doğum günlerime!
Yakacağım tüm mecburiyet armağanlarını.
Kulaklarımı yakıyor sahte temennileriniz.
Sarı balonumu ben yalnız uçuracağım.
Bu bir isyan değil, kavrayış seni aptal!
Aktı rengim bardaktan boşalırca yağmurlarınızdan.
Bu kez son dediğim yerden vuracağım tuvale,
Düşmeyecek artık yüzüme tek damla ahmak ıslatan.
Rüyalarım hayatım, artık ciddiye aldığım.
Ve hayat dediğiniz, rüyam, yatarken uyandığım.
Savaşlarınız sizin gerçeğiniz olsun, sarı balonlar benim,
İplerinden tutup, gökyüzüne uzandığım.
Büyük annem vaktiyle ısırmış bir elmayı,
Duyduğumdan beri sevindirmiyor prensle prensesin kavuşması.
Bana sondan haber verin,başlangıca açılan,
Tanrı sever mi mesela, sarı balonları?