19 Ocak 2020 Pazar

Kuru Girdap

Çözer mi sandın bu kuru girdabı çıldırmış yağmurların?
Gözlerime devir sanrını zamansızlığının kurbanı.
Yutma, ahmaklaş zihnindeki metine.
Kavra beni, kavrat kendine.
Arşa bakan topukların haklayacak seni.
Sandın mı kayarsın toprak gibi yamacından?
Doğa bilmez nedir ihanet.
Dur kendine, at bir nara aslından.
Çelişen, kabullenişinle bitmeyecek.
Bir yerlerde hep titreyecek.
Kurtuluşa yatıyorsun uykuya ama;
Hakikat rüyalarında bitecek.

16 Ocak 2020 Perşembe

Suntafa

7 yaşındaydım.
Geçen yaz olduğu gibi, o yaz da anneannemin Esenköydeki yazlığına gitmiştik. Orayı görmeniz gerek.
Kanalizasyonlardaki sorunlardan yıllarca bok kokusu sokaklarını sarmış olsa da, gül kokan cennet bahçelerini andırır limanı. Belki de yalnızca bizim için öyleydi..
En tatlı yazlarımızı sokaklarında dolu dizgin geçirdik.
Nasıl olmuşsa olmuş akran 15 civarı genç bir binaya doluşmuştuk. Oynadık, ağladık, güldük, korktuk, küstük, barıştık, yüzdük, koştuk!
Mangal yaptık Kızıl Kayalar’da.
Dost olduk.
Dostluğumuza has tabirler geliştirecek kadar yakınlaştık. Filiz’imiz vardı mesela. Üzerinde çekirdek çitlediğimiz kaya.
Gülüm vardı sonra.. H2M Amca’nın teknesi. H2M Amca demişken.. Ona da selam olsun.
Hasan Hüseyin Metin’dir esas adı. Yıllarca binamızı yönetti. Üzerimize az su dökmediler kapıda 10 kişi oturup sabaha kadar kakara kikiri yapıyoruz diye. Hey gidi. Bunlar bir şey değil.. Az Caramio’larını çalmadık Ayhan Abi! Yıllar başka bahçelere koydu çoğumuzu.
Azaldık.
Çocukluğumun yazından kalma taze çiçeklerdi her biri, günlüğümün arasına kurumaya bıraktığım. Hala tazeymiş gibi kokar birkaçı. Mervem, Neslim, Seyhanım, Aslım. Burakla Fazıl var bir de.
Ama ben bugün Suntadan bahsedeceğim.
Destur canım.
Onu ilk kez bahçede gördüm. Yanında ablası vardı. Benim de abim. Kocaman gözleri zayıf bedeninde fıldır fıldır döner dururdu. Şort giymişti. Mavi beyaz çizgili de bir tshirt vardı üzerinde.
Merhabalaştık.
Çok net değil gerisi. 20 yıl olmuş tabi. Ve uzun sürecek bir dostluğu başından anlamış gibi telaşsız oynamaya başladık.
Kiremitleri kırarak tozlarından kına yaptık. Artık arkadaştık.
Sunta.. Asıl adı Mustafa. Ama biz ona aramızda Suntafa derdik. Kısaldı Sunta diye kaldı.
Komikti Sunta. Her şeye gülerdi. Ciddi bir şey konuşmak ne mümkün yanında? Bazen kalbinin olmadığını bile düşünürdüm. Cenazede bile gülebilecek bir insan potansiyelinden bahsediyorum. Hep öyle kalacak diye çok korktuk hepimiz ama neyseki büyüdükçe düzeldi.
Ciddi konuları konuşabilecek kadar büyüdüğünde, hala dost olduğumuz için çok şanslıydık.
Ortamın neşesi, “tamam ya hallederiz” cisi.
İyilerin dostu, kötülerin düşmanı.
Eğlencelidir Sunta, cömerttir.
Vefalıdır, arar sorar.
Grubu hep bir arada tutar.
Neşelidir, en mutsuz anında bile güldürür seni.
Başın mı sıkıştı? Alo, demen yeterli.
Ehliyeti de kaptırmayaydı iyidi.

Benim için de yaz demiştin;
Dostum..
Ne güzel de büyüdük ama?!

Ölümler gördük. Doğumlar. Düğünler.
Hayatın dayanılmaz bir hale geldiği noktalardaysa birbirimize sarıldık.
Esenköyde.
İstanbulda.
Dünyanın bir ucunda.
Bedenen nerede olursak olalım, ruhumuz hep yan yana.
Hey! Duyanlar duymayanlara..
Bizi sorarlarsa ya Filiz’deyiz, ya da Kızılkayalar’da.

Seyret Beni

Seyret şimdi beni. Bıraktığından daha güçlü kalkacağım ayağa.
Parmaklarının arasında gizlediğin saçlarımı da alıp gideceğim.
Anlamını sesimde bulduğun çizgilerin kalacak sana.
Sık avuçlarını.
Bir daha onları asla görmeyeceğim.

Çıldırmış kelimeler bırakıyorum sana.
Daha önce hiç yolları kesişmemiş..
Şaşkın virgüller oturacak sofrana,
Yuttuğun her lokmanın tahtına göz dikmiş.

Seyret şimdi.

O gün neler oldu içimde.
Sana asla söylemeyeceğim.

Başlıksız

İnsanlar kalp kırmak konusunda çok rahatlar. Arkadaşını terslemek konusunda.. Ardını düşünmüyorlar. Onu kaybetmekten korkmuyorlar. Egoları uğruna aralarına mesafe girmesini hatta dostluklarının bitebilme ihtimalimi kolaylıkla göze alabiliyorlar. Bunu anlayamıyorum.

Birinin omzunda utanmadan ağlamaya ihtiyaç duyan, eleştirilmeden dinlenilmeyi bekleyen, konuşurken yanlış anlaşılmayacağını bilmek isteyen, karşısındakine söylense bile bunun onun iyiliği için olduğunun farkında olunmasını isteyen, onunla gizli rekabete girmeyecek birine ihtiyaç duyan, koşulsuz güvenilmek isteyen, eksiklerini ona laf sokarak değil açıkça ve incitmeden belirtecek insanlara ihtiyaç duyan insanlar; ihtiyaç duydukları gibi bir insan olmadıkları sürece asla aradıklarını bulamayacaklar.
Çünkü ihtiyaç duydukları o insanlar ancak kendileri gibi davranan insanlara güvenip dostluk kurarlar.

Belki de biraz güvenmeye ihtiyacımız var.
Kaybedeceğimiz henüz kurulmamış bir dostluk olur. Yani hiç bir şey.
Kazanacağımız ise çoğunun sahip olamadığı bir şey.

Alice

Tak tuk tak tuk tak tuk...
“Hay anasını! Nereden giyindim şu ayakkabıları!”
...
Yelkovanla asla anlaşamayacaktım. Hep bir inat, hep bir kafasının dikine gitme çabası.
Geç dersin akmaz, dur dersin uçar. Dans dersime geç kalmıştım..
Hoca çoktan terletmiştir sınıfı, diye düşününce bir boş vermişliğe bürünerek adımlarımı yavaşlattım.
“Amaan! Battı balık yan gider.”
Derken iyice akşam yürüyüşü moduna girdim ben.
Sanırım o kadar yavaşlamasam, onu asla fark edemeyecektim.
Alice.
Kulakları olan bir altın külçesi, sarıya boyanmış bir fareye benziyordu.
Henüz tam anlamıyla “bir kedi” denilemeyecek kadar küçüktü.
Gülümseyip iki üç adım attım.
Ve durdum.
Daha önce çok kez bu durumu yaşadım. Şu alıp eve götürme isteği hani.
Bu kez farklı bir şeyler vardı.
İçimdeki çocuk yalvarmaya başladı ebeveyn benliğime.
“Bizim olabilir miii? Besleyebilir miyiiim? Noluur alalım noolurr bizimle gelsiin!”

Onu bastıramayacağım kadar hakimdi bana sesi.
“Tamam” dedim.
“Ama iki gün sevip üçüncü gün sorumluluklarını unutursan ağzını burnunu kırarım.”

İçimdeki çocuğa genel olarak serttim. Bunu Alice’den sonra fark edecektim..

Geri döndüm..
Sordum soruşturdum. Annesi ve kardeşi hastalıktan ölmüş. Oralarda hayrına bakıyorlarmış.
Aldım götürdüm. Maması, tabağı, yatağı, aşıları derken aldığım üç kuruş parayı olduğu gibi onun için harcıyordum. Yine de benim için her şey yolundaydı.
Bir süre sonra Alice in karnı şişmeye başladı. Başta önemsemedim ama karnı şişmeye devam etti.
Veterinerine götürdüğümde Alice in FIB olduğunu öğrendim.
Evet. Alice ölecekti..
Ağrılarını azaltmak için verdiği bir iki ilaç dışında yapabileceği hiç bir şey yoktu bu beyaz önlüklü adamın.
Ne kadar üzgün olduğumu anlatmayı deneyemeceğim bile.
Yapamayacağımı biliyorum çünkü.
Hiç kurtuluşu yok mu, diye sordum.
“15 yıllık veterinerim, kurtulan 1 kedi gördüm şimdiye kadar” cevabını verdi.
Hüznüm çaresizlikten hırsa dönüştü.
“O halde ona iyi bakın. Çünkü bu 2. olacak!”
Hırsınsa teslimiyete dönüşümü çok uzun sürmedi..
“Lütfen öyle olsun..”
Dua etmeye başladım.

Her akşam karnını okşayıp, küçükken bildiğim dualar arasında en güçlüsü gibi gelen ayetel kürsiyi defalarca okuyordum.
Uyurken bariz bir şekilde duyduğum hırıltısı kesiliyordu ara ara. Her kesilişinde de yüreğime iniyor, yatağına koşup burnuna kadar yaklaşıyor ve nefes alıp almadığını kontrol ediyordum.
Bir süre sonra kardeşimin kediye alerjisi olduğunu öğrendik. Kötü durumdaydı. Apar topar hastaneye götürdük onu.
Doktor şiddetle uyardı. Alice kesinlikle evde kalmamalıydı..

Onu bırakamazdım. Aramızdaki görünmez bağ çoktan vücudumu kundaklamıştı.
Zaten benim gibi ona kimse bakamaz, diye düşündüm. Hastaydı. Kimseye güvenemezdim.
İlacının saatini kaçırmasa bile, dua edecek miydi onu alan kişi benim gibi?
Bilemezdim.
Yurtdışında FIB in tedavisinin kesin bile olmadığı farklı operasyonlara baş vurmak için kredi bile çekmeyi düşünürken, onu kimseye veremezdim.
Varım yoğum Alice’ti.
...
Ayrı eve çıkma kararı aldım onun için. Ama nasıl? Beş kuruş param yoktu ki.
Annemin eşi kanserdi.
Ona dokunur korkusuyla annemin evine de gidemiyorduk.
Sonunda onlar büyük bir eve çıktıklarında, arka odada Alice’e bakabileceğimi öğrendiğimde dünya gerçekten benimdi sanki. Bir kelebek kadar hafif, bir kuş kadar özgür hissediyordum. Uzun bir süre işime biraz uzak kalsa da Alice ile orada yaşadık. Bir süre sonra Alice’İn karnının indiğini fark etmeye başladım. Veterinere tekrar gittiğimizde, beyaz önlüklü adam bir mucizeye bakarmışçasına tahlil sonuçlarının olduğu ekrana bakıyordu. Alice in karnındaki sıvı kaybolmuş, FIB yok olmuştu..
Sevgi ve duanın gücüne inanın.
Sevgiyle kalın.
Ha bu arada, Alice’ e ne mi oldu?
Mutlu bir sondan söz edemeyecek olsam da, Alice için güvenli bir sondu.
Anlatayım;
Annemin eşini bir süre sonra kaybettik. O evden taşındık. Ve Alice’i bir arkadaşımıza vermek zorunda kaldık. Bu ayrılışın bana verdiği acıyı tarif edemeyecek olsam da, şunu bilmek beni rahatlatıyordu.
“O artık iyi. Ve iyi bir aileye gitti.”

Rüyan!

Uyan! Sadece rüyaydı.
Bu bir oyun.
Kazanan ve kaybeden var.
Ve bunun bir önemi yok.
Bitiş noktasında başlayacak hikayen bundan farklı olacak.
Sakinleş.
Rüyan!
Sadece hayattı.
Başlamayacak. bitmeyecek.
Zamansızlık her şeyi çözecek.

Ay Tutulması

Kalk ayağa, sil gözlerinden akan zamanı.
Sıktığın avuçların hangi felaketin habercisi?
Kazı ruhundan birikmiş tüm katranı,
Göğsüne düşecek güneş, bu son ay tutulması.
Uyan yıka yüzünden akan sancıyı,
Çatık kaşların kırsın mı bir aynayı?
Dayan,
Kimsesizliğin tanrıya gebe,
Doğur kendini ve doğ kendinden tam zamanı.

Sarı Balonlar

Büyüdüm...
Her sözden, her gözden, her yüzden.
Eğlendirmiyor oyunlarınız.
Bilmiyor muyum sandınız gizliden çaldıklarınızı hayatımdan?
Sustum, oyunun sürmesiydi maksadım.
Sıkıldım.
Gelmeyin doğum günlerime!
Yakacağım tüm mecburiyet armağanlarını.
Kulaklarımı yakıyor sahte temennileriniz.
Sarı balonumu ben yalnız uçuracağım.
Bu bir isyan değil, kavrayış seni aptal!
Aktı rengim bardaktan boşalırca yağmurlarınızdan.
Bu kez son dediğim yerden vuracağım tuvale,
Düşmeyecek artık yüzüme tek damla ahmak ıslatan.
Rüyalarım hayatım, artık ciddiye aldığım.
Ve hayat dediğiniz, rüyam, yatarken uyandığım.
Savaşlarınız sizin gerçeğiniz olsun, sarı balonlar benim,
İplerinden tutup, gökyüzüne uzandığım.
Büyük annem vaktiyle ısırmış bir elmayı,
Duyduğumdan beri sevindirmiyor prensle prensesin kavuşması.
Bana sondan haber verin,başlangıca açılan,
Tanrı sever mi mesela, sarı balonları?