11 Kasım 2019 Pazartesi

İç Yaşı

Asla pişman olacağın şeyi yapma, dedi bana. Ama yaptığın şeyden de pişman olma, diye tamamladı cümlesini.
..
Ayaklarını yere vura vura, ya da parmaklarının ucuyla.. Nasıl çıkarlarsa çıksınlar hayatının eşiğinden insanlar, bir gün gelir hatırlarsın vaktiyle “anladım” sandığın zihninden yer kiralamış cümlelerini. Onu anlamadığını anladıkları bakışlarını bile, anlamayışını anlarsın.
Gün gelir, anlarsın.
Sebep olduğun haksızlığa hayıflanırken anlarsın her zaman haklı olamayacağını.
Aynı zamanda huzurun tadını, anlaşılmadığını hissettiğin her an için. Anlarsın ki, bir gün anlaşılacaksın.

Ve 2 kapı açılır olduğun yerde. Kendine olan güveninin gidişiyle seni selamlayan olgunluğun gelişi arasında beklerken bulursun kendini.
Vakti geldiğinde, adımına dikkat et.
Her şeyin değişeceği bir nokta yok meleğim.
Sana yalan söylemeyeceğim.
Birden bire olmayacak daimi güzelliğin.
Ama bir çok şeyin değişeceği noktada olduğunu hatırlamalısın. Nasıl olduğuna anlam veremesende, bunu zaten biliyor olacaksın.

Bugün o günlerden biri, aynı diğerleri gibi...
“Tecrübe iç yaşı olmadan edinilmiyor küçüğüm.
Hayatın teneffüsleri gamzelerinde gizli.
Bir bardak su niyetine sev iç yaşını.
Huzura giden yollarının, serinleten habercisi “

26 Ekim 2019 Cumartesi

Bir de Bakmışsın Hepsi Riyaymış

Akışına bırakmadığın üstelediğin, müdahale ettiğin, gediğine oturtturmaya çalıştığın diğer her şey gibi, “o” da elinde kaldı.
“Ellerimle ektim bu çiçekleri” derken, çok mu suladın da soldu kaldı?
Zorlarsan kırılır!
Ah benim akılsız küçük kızım..
Şimdi zamanını bekleyen ya da zamanını beklemek zorunda kalmayacak kadar doğru bir zamana denk gelen insanlara hasetlenmek, kendi kalbinden başka hiç bir şeye zarar vermeyecek.

Nasıl olduğunu biliyorum.
Çemberin dışındaki olmanın hissini de.
Ah benim biriciğim..
Büyüyeceksin.

Önemli olanın hatırlanmak değil hatırlamak olduğunu öğreneceksin.
Kalbi kırılmış küçük bir kızsın ve dua etmeyi öğreneceksin.
Her şey her zaman umduğun gibi olmayacak.
Hayatın aslında bu olduğunu öğreneceksin.

Anladım, sanacaksın. Büyük laflar edeceksin.
Bir de bakacaksın; dünkü sen gitmiş, bugünkü ben kimmiş?
Umutsuzluk bir kaplan gibi pençesini boğazına bastığında,
Uyu benim hassas meleğim.
Güneş yeniden doğacak.
Göreceksin ki hepsi riyaymış.
Kalbini kırmaktan korkmayan insanlara, bir tebessüm bile ziyanmış.
-Epicsi

23 Ekim 2019 Çarşamba

Deli

Arıyorum, ne aradığımı bilmeden.
Kaybettim bir beni benden öte, içimde bir yerlerde.
Bir başıma kaldım şimdi biçare bir benle bende; taa en içerimde.
Cemalini bilmem cismini bilmem.
Rakseder durur fikrimde.
Hevesimi alt eder zikrim.
Kendisi, en kendinde.
Yakalasa beni, kaçar bir ben içimde; öyle de bir deli...
Sevgili!
Ben anlamadım beni; içimdeki mi dışıma hayran, dışım mı içime niyazi?...

22 Ekim 2019 Salı

Farkındalık Balonu

Huzuru bulmak için insanlara kaçarken, huzuru bulmak için insanlardan kaçan insanlarla çarpışıyorsun. Sarsıntının gücüyle başını bir kez vurduktan sonra, geç kalmış bir hava yastığı gibi gözünün önünde şişiyor bir farkındalık balonu başka bir darbeyi önlemek için.
Olduğun yeri terk et. Şefkatini beklediğin insanların iyi olup olmadığını kontrol etmelerini beklemeden. Çünkü tüm uzuvların sevgisizliğinden ölürken, hayatında hiç tebdil gezmemiş, halktan bi haber vasat bir kral gibi yalan söyleyeceksin.
Çok iyiyim!

19 Ekim 2019 Cumartesi

Annemin Elbiseleri

Gitgide gizleniyor anlam.
Görmediğim birinden saklanıyor cümlelerim.
Nokta hala sonda.
Umut hala sonda.
Umut arıyor beni; bu gece çıkmak istiyor.
Şarjım bitti.
İçine saklanıyorum gardrobun.
Kapak açılıyor ve görmüyor kimse beni.
Uzun, annemin elbiseleri.
Anla beni.
Kayboluyorum.
Kayıp, kayboluyor.
Kendimi buluyorum.
Bi tek ben varım.
Görmedim seni, gördüm.
Sobe. (19.05.2018 05:36)

Hıyanetin Bedeli

Tutmuyor hesaplar, boş dönüyor dünyadan ellerim.
Her gün bi çentiğini daha atıyorum hafızama, kaybolan zamanın.
Dünden razı gibi hücrelerim, defterimi dürüyorlqr an be an.
Hıyanet bi bıçak gibi kesiyor saçlarımı.
Küvet tıkanıyor.
Su birikiyor.
Boğuluyorum kendi kinimde.
Hiç kimse bile olamayışım çekiyor sandalyemi.
Öyle dar yerim, boşluğa bile oturamıyorum.
Akılsız başımdan kuruyor dizlerim.
Simsiyah.
Öpmüyor annem bile.
Dudaklarına verecek param da yok şimdi.
Sanki biri gelip de kurtaracak gibi beni;
Beklemeye bile üşenirken sonbaharı.

Kendimeydi ihanetim.
Kimsenin değil günah.
Kimse aklayamaz artık beni, saçlarımdan başka.


3 Ekim 2019 Perşembe

Tiryaki

Tiryakisi olduğumdan değil de,
Belki o da o an içiyordur diye,
Sırf aynı anda aynı şeyi yapalım diye içtiğim sigaralar var.
Ardı ardına her söndürüşümde..
Belki düşerim de aklına,
Bir an bile olsun,
Birbirimizin hayalini içimize çekeriz diye.

14 Temmuz 2014 / 04:32

19 Eylül 2019 Perşembe

Balık ve Serçe

Bir balık yüzüyor gökte. Kalabalık ona bakmadı. Ama serçe başkaydı..
Gökyüzü kanatlandı denize, deniz yuttu kuşları.
Çok çok derinde. Boşver onları.
Balık serçeyi aradı. Vurgun yemiş serçe. Alabora oldu yer ve gök.
Tuzlu yağmur kuşları ıslattı. Serçe düştü yere. Balık onu aldı, uçtu kuzeye.
Bir mercan gördü, yavaş yavaş bıraktı
Serçe ölmesin diye, balık denizde kaldı..

17 Eylül 2019 Salı

Aç Bir Ölüm İçelim

Annemle babam ben 12 yaşındayken ayrıldı.
Annem 2. evliliğini yaptığında 19 yaşındaydım.
Ona kısa sürede alıştım.
Faruk Babam..
Ama ben bugün başka birinden bahsedeceğim..

Bir gün Cihangir Kahvesinde Faruk Babam, Annem ve ben çay içerken Faruk Babam’ın telefonu çaldı. Kısa bir konuşmadan sonra “Bülent geliyor” diyip telefonu masaya bıraktı. Adını daha önce duymuş muydum acaba? Bülent.. Bülent.. Kafa içi sayıklamalarım arasında
geldi. Zayıf, uzun boylu, uzun saçlı bir adamdı. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Entelektüel bir havası vardı. Selamlaştılar, oturdu.
Aralarında bir süre ilerleyen muhabbetten sonra “bu ateist herhalde” dedim içimden, “boş boş konuşuyor”.
Her şeye karşı, hep karşıydı Bülent Abi.
Ondan hoşlanmamıştım.
Sonra bizim eve akşam oturmalarına gelmeye başladı.
Faruk Babamın üniversite yıllarından eski bir dostuydu Bülent Abi. Gazeteciydi. Birlikte okumuş, birlikte eğlenmiş, birlikte iş kurmuş, ilk arabalarını almış, nikahlarına şahit olmuş, birbirlerinin çocuklarına amca olmuş, evliliklerini sonlandırmışlardı. Aynı yaşlarda 1 oğlu vardı ikisininde. Nasıl da benziyordu kaderleri.
Bir gün yine saatlerce süren çay gecelerimizden birinde Bülent Abi bir şeylerden bahsediyor bense kafamdaki dogmalarla ona direniyordum. Şu an ne olduğunu hatırlayamasam da, kurduğunda kafamın karanlığında bir yanıp bir sönen şimşekler çaktıran cümlesiyle, ışığı gören tüm nöronlarım bunu memleket meselesi haline getirmiş ve aklımın karanlık odalarında saklanmış korkak sabit fikirlilik canavarlarına karşı bir seferberlik ilan etmişti. O an için büyük direnişimi fark ediverdim. Utandım.
Dikkatim, gün batımını rota edinmiş bir atın, bal yapan arının, çekirdek kabuğu taşıyan bir karıncanın titizliğiyle toplandı üzerinde. İşte oluyordu. Tüm önyargı ve korkumdan sorgulayamadığım dogmalarımı kalkarken unutmamak için yanımdaki, başımı çevirdiğim an görebileceğim yükseklikteki, koltuğun kolluğuna bırakmıştım.
Onu duymuyordum. Onu dinliyordum.
O sustuktan sonra kafamda ona vereceğim cevabı düşünmeden dinliyordum.
Bu zordur. Korkunun ve önyargının bir savunma mekanizması olduğunu anlamak, en önemlisi ise kitap sayfalarının arasında sarhoş olduğun yalnız bir gecede onları inanç kelimesinin altına gizlediğini hatırladığın gün, onun bir rüya olmadığı gerçeğine direnmeyi bırakmak zordur.

Sonrasında tüm akşamlar sabırsızlıkla beklediğim tatlı sohbetler haline geldi. Sivri cümleleriyle tüm öğretileri göğsümdeki önyargılara mızrak gibi giriyordu. Egoma batan dili beni düşünmeye teşvik ediyordu.

Bu şekilde yıllar geçiverdi.
Bir gün hararetli tartışmaların birinde darıldılar birbirlerine. Uzun süre de konuşmadılar.
Ama ben her hafta 1 doz Bülent Abi almaya devam ettim.
Her akşam üzeri gazetelerini alır, Mecidiyeköydeki Murat Muhallebicisinde otururdu.
Ne zaman darlansam ne zaman sıkılsam, ki bu hemen her hafta olurdu. Bazen haftada 2 kez. Hemen Muratta bulurdum kendimi.
Onun öğretilerini dinlemek beni hem dünyanın pisliğinden soğutur, hem de güzellikler inşaa edip tekrar ısınmak için gaz verirdi.
Çok zor beğenirdi Bülent Abi.
Beğendiği şeyler o kadar sınırlıydı ki neler olduğunu sayabilirim size.
Afrika örgüsü kızıl saçlarımla yanına gittiğinde dalga geçeceğini düşünmüştüm. Ama o farklılıkların güzel olduğunu söylemişti.
Blogumun ilk şiirini yazdığımda ki konu edebiyatsa onun beğenisini kazanmakta benim gibi bir amatörün asla şansı olamayacağına kendimi inandırmıştım. Oysa hayretle bakışlarını üzerime yöneltti. “Aferin kızım” diyor gibiydi.
İnsanları yalnızca dinlerseniz, onlarla aynı fikirde olsanız bile, siz ona hayranlıkla bakarken kendinize bu kadar benzeyen bir insanı bulmuş olmanın mutluluğu ile sözünü kesmeye kıyamıyor olmanız, onun sizin aklınızı okuyabileceği anlamına gelmez ne yazıkki.
Ona benzediğimi anlamıştı sanki.
İlk sayfasında onu teşekkürlere boğduğum ilk kitabımı yazıp yanına gittiğimde yüzündeki mahçubiyet ve tevazuyu görmeliydiniz.
Yelda Cumalıoğlu’ndan bahsetti bana. “Onan git. Onu bul. Ne yap et tanış onunla. Ona götür kitabı.”
Götürmeliydim. Abim öyle diyordu.
Tüm rötuşları tamamladıktan sonr kendimi Destek Yayınlarının binasının önünde buldum. İçeri girdiğimde sekreteri randevusuz onunla görüşemeyeceğimi, kitap için randevu ise veremeyeceğini söyledi. Asla yapmayacağım bir şeyi yapıp ona yalvardım. Utançtan yerin dibindeydim. Ama olsun. Abim öyle söylemişti.
Toplantıda olduğunu söylediğinde ona inanmadım. Beni başından atmaya çalışıyor olmalıydı. Öyle çok ısrar ettim ki, acır bakışlarını ilerideki odanın kapısına ok gibi fırlattı. Benimle empati yaptığı her halinden belliydi. Bekle, dedi. Topuklu ayakkabılarının çıkardığı ses uzaklaştıkça heyecanım artıyordu. Kapıyı iki kez tıklatıp araladı. Aman yarabbi! Açık cam olsa kendimi oradan aşağı atabilirdim. Yelda hanım etrafında insanların olduğu büyükçe bir masadan kalkıp kapıya ilerledi. Doğruymuş. Sekreter ona bir şeyler söyledi. Bir anda alev alacağını düşündüm. Oysa gülümseyerek başıyla onayladı. Sekreteri yanıma yaklaşıp Yelda hanımın beni beklediğini söyledi.
Kıpkırmızı olmuştum. Gittim ve onu selamladım. Titreyen ellerimle kitabı ona uzattım. Aramızda kısa bir konuşma geçti. Öyle mütevaziydi ve nazikti ki. Toplantısı için ayırmış olduğu vakti çaldığım için kendimi çok kötü hissetmiştim. Kitabı eline tutuşturup oradan hemen uzamak istiyordum. Oysa bana yalandan bir gülümseme fırlatıp beni kovalayacağına, tüm nezaketi ve her gencin bir umut olduğunun farkındalığı yüreğine işlemiş bir kadının sıcacık bakışlarıyla bana sorular sordu. Beni rahatlatmaya çalıştığı ve bana beni önemsediğini belli etmeye çabaladığı her halinden belliydi. “Kitabı imzaladınız mı” diye sordu. Nasıl yani? “Hayır” dedim. “A asla olmaz bir yazar kitabını mutlaka imzalamalı.” Şaşkındım. “Olur mu Yelda hanım estagfurullah” kitabı tekrar ona uzattım. “Hayır asla olmaz” diye ısrar etti. “Mutlaka okuyacağım. Lütfen imzalayın ve asistanıma bırakın. Çok özür dilerim artık toplantıya dönmem gerek” diyerek teşekkür etti. “Esas ben teşekkür ederim”.. şaşkınlıktan bunu içimden söylemiştim sanırım.
Asistan gülümseyerek bana bir kalem uzattı. Hayatımda hiç kitap imzalamamıştım nasıl oluyordu ki? Bir sınav kağıdı, bir banka evrakı, bir sözleşme imzalarcasına adımı soy adımı yazıp imzaladım. Ne aptalım! Ama evet bülent abi sayesinde, ilk kitabımı Yelda Cumalıoğlu için imzalamıştım.
Bir süre sonra işsiz kaldım. Bülent abi boşluktan içine düştüğüm depresyon ve parasızlıktan beni kurtarmak için bana bir iş ayarladı.
Orada hayatımın gerçek anlamda tek ilişkisini yaşayacağım adamla tanışıp aşık olacak, onunla büyüyecektim. Ve bunu bilmiyordum.
Sonunda ayrılık olsa da..
Bittik. Bülent abiyse tüm o depresyonumda yanımda olmuş, beni düzenli aralıklarla arayıp kontrol etmişti. Bu önemlidir. Ailenden olmayan, iş yeriden olmayan seni her gün görmeyen birinin böyle bir dönemde seni sürekli arayıp önemsediğini bilmek. Ailenin, iş - okul arkadaşlarının farkında olsalar da olmasalar da görünmez bir mecburiyetleri vardır. Onun yoktu.
Bir gün bir senaryomdan bahsettim Bülent abiye. Hollywood kafasında bir şey yazdığımı, bunun yerinin burada olmadığını,bununla alakalı planlar yapmam gerektiğini, harika bir iş çıkardığımı söyledi. Ondam bunları duymak öyle motive ediciydi ki.
Sanırım hepsi bu kadardı.

Faruk Babamın mide kanserini öğrendiğimizde Bülent abiyi aradım. Çok üzülmüştü. Hemen etrafa haber saldı. Ona destek olmak istiyor, Faruk baba ise hasta olduğunu kabullenmek istemiyor ve herkese iyiyim diyor, gelen telefonlara içten içe kızıyordu. Bu zaman zarfında Bülent abinin akciğer kanseri olduğunu öğrendiğimizde üzüntümüz iki katına çıktı. İkisi de korkuyordu.
Kemoterapilerin ardından Faruk Babamın iyileştiğini öğrenmek Bülent abi için de umut olmuştu. Oysa bir ay sonra öğrendik ki kanser akciğerine yayılmıştı. Ayın 12 sinde Faruk babamı Tanrının evine uğurladığımızda, Bülent abi tedavi görüyordu. Cenazeye gelmedi. Onu görmeye gelmeye korktuğunu söyledi. Onu anlamaya çalışıyordum. Hayatta kalma iç güdüsü onu başlarda reddettiği, karşı olduğu radyoterapilere ikna etmişti. O da ne yapacağını bilmiyordu artık.
Üşüttüğü için zayıflayan bünyesi Murata gelmesine engeldi. Onu göremiyordum. Bir dönem Kayseride tedavi gördükten sonra İstanbula döndüğünü öğrenmiştim sonunda. Önceleri kısılmış sesiyle konuşmaya çalışsa da, artık zorlanmaya başlamıştı. Onu yormak istemiyor sadece mesaj atıyordum. Onu görmeme izin vermiyordu. Bu yüzden düzenli aralıklarla mesaj atmakla yetinmek zorundaydım. Hayatımın en zor iletişim kurma çabalarıydı. Ne diyecektim ki? Nasılsın mı? Hah.
Naber napıyosun mu?
Onun yanında olduğumu bilmesini istiyor ama ne yazacağımı da bilmiyordum artık.
Durumunun ne olduğunu sorup diyaloğumuzun bundan ibaret olmasını istemiyordum. Zaten herkes soruyor olmalıydı. Onun için ne de bunaltıcı bir sohbet şekli.. Tam 7 ay geçti aradan. Ayın 12 si gece yarısını geçmişti saat. İçimde anlamlandıramadığım bir huzursuzluk..
Ona yazdım. “Abim, nasılsın? Merak ettim seni?” İletildi. Ama görülmedi.
Hemen oğlu Berenti buldum internetten. İsminin orjinalliğiyle bulmak kolay oldu. Kendimi tanıtıp Bülent abinin durumunu sordum.
Öğlen telefonuma düşen mesajla ben de önünde durduğum yatağımın üzerine oturur vaziyette düştüm. Dizlerim tutmuyordu.
Saatler geçti. Oradaydım. Kalabalığın arasında musalla taşının üzerinde yeşiller giyinmişti. Yaklaştım. “Ben geldim abi.”..

Ah be abi. Nasıl da özledim sohbetini.
Kur masanı ışıklara, Faruk Babamla gelelim.
Soğuksa ısınsın içimiz, bir ölüm aç da içelim.

13 Ağustos 2019 Salı

Yargılanma Korkusu

Çağımızın hastalığı değil. Var oldu olalı koca bir ırkın hastalığı. Yargılanma korkusu.

Kendinden olmayanı hatta bazen kendinden olanı itin götüne sokmaktan akıl almaz bir haz alan insan ırkının yolunu açtığı, ruha karıştığı halde hızla bölünerek çoğalan geri dönüşü zor hastalık.

Tedavisi yok değil ama bu virüsün taşıyıcıları hemen hemen her yerde.

Telefonlar radyasyondan çok aşağılık kompleksi yayıyor. Korkmayın. Öpüşebilirsiniz. Nefesten ya da tükürükten değil ama bir takım ses titreşimleriyle rahatlıkla yayılabiliyor.

Şarkılar, resimler, tiyatro salonları, şiirler hatta o cansız duran heykeller bas bas bağırıyorlar. Beni yargılama! Kim duyuyor?

Sanattan anlamayan bir ırkın merhametine sığınmak ne büyük aptallık değil mi?

Oysa ortalık kaynıyor. İnsanların değerleriyle alay edip saygınlık bekleyen,kendini zinhar tanımadığı halde, kimsenin kendini tam olarak tanımadığı bu gezegende kendini keşfetmek içi yırtınırken yanılgıya düşen insanları karaktersizlikle suçlayan, içine düştüğü aşağılık kompleksini narsizmin sözde prestijine sığınıp üstünlük kompleksiyle kamufle etmeye çalışan, çevresindekileri küçük düşürüp insanlık konusunda ahkam kesen, vicdanını soyunup kibri üstünde çürüten, taş değil adım atsan yine çamur gibi sıçrayan, bilmeyen biliyormuş gibi yapan, bilgiyi doğruluğundan emin dahi olmadan ego kasmak için paylaşmaktan kaçınmayıp, doğru bilgi için yırtınan insanları hazımsızlığıyla aşağılayan insanlarla.

**
Acı olmadan sanat bazen imkansız geliyor. İnsan mutlu olduğu zaman yalnız o anla ilgileniyor. Acı ve hatıralarıyla değil. Çünkü An ve hatıra aynı evrende değil.

İyi tarafından bakarsam, ne mutlu bana. Yazmama sebep pislikler var hayatta. Buradan baktığın zaman Pollyanna olmak bile bencilce. Tam bu noktada minnetimden vaz geçtiğim zaman belki de dünya daha güzel bir yer olacak.

Sen, yine de beni yargılama.

25 Temmuz 2019 Perşembe

Sevgili Günlük

Gitmek istiyorum.
Tek başıma yaşamak.
Beyaz kanepem, beyaz karyolam ve beyaz dolabımla.
Üstelik perdeler de beyaz!
Gün ışımadan uyanmak.
Alarmsız, kendiliğinden olsun.
Güneşi selamlamak.
Çimlerde yürümek, ellerimin üzerinde.
Bir bardak kahve ısmarlamak kendime.
Ve bil bakalım bardağın rengi ne?
Uykumun düzeni olsun istiyorum.
Sağlıklı beslenmek.
Sanal sosyallikten uzak, kaliteli zaman geçirmek.
Daha çok kitap okumak mesela.
Daha iyi resim yapmak.
Daha çok müzisyen keşfetmek.
Yalnız başkasına yemek yaparken özendiğimi fark ettim.
Kendime yemek yaparken üşenmemek istiyorum.
Kendime gerçekten değer verdiğim bir hayat yaşamak istiyorum, tüm ıvır zıvır eşya ve insandan uzak.
Birinin beni takdir etmesine muhtaç olmamak, varlığımın değerini insanların ilgisizliğiyle ölçmemem gerektiğini daha iyi kavramak.
Arzularımı, korkularımı yönetebilmek.
Bir gün ölürsem, gözüm arkada kalmayacak kadar hazır olmak istiyorum o ana. Bunun için yaşamak.
Ertelemekten vaz geçmek istiyorum.
Okyanusa dalmak, yamaç paraşütü yapmak. Her günü, bir önceki günden farklı kılacak küçücük bir şey olsun mesela.
Küçükken tüm bunlar bir gün kendiliğinden olacak sanırdım.
Sonra büyüdükçe, zamanı tanıdım. Ben değiştim. Masallar duygularımı tetikledi ve beni hayatıma girecek o özel adamı beklemeye itti. O gelecek ve her şey değişecek..
Ergenlikten, bir yetişkine dönüşmeye başlayıp hormonlar dizginlenirken yaşam kaygısı girdi mevzuya. Kimse gelmeyecekti. Benim bir şeyler yapmam gerekti. Ancak o zaman her şey idealize ettiğim şekilde düzelecekti. Tökezledim. Buhrandaydım. Gitmem gerektiğine inandım haliyle. Gideceğim. Ve her şeyi yeni bir hayata başlayıp düzelteceğim. Kimseyi tanımadığım bir yere. Tamamen yabancı olduğum bir yere. Kimseyle bir yakınlık kurmadan, sadece kendimle..
Kaçmanın adını gitmek koydum.
Ama şimdi düşünüyorum da;
Hiç bir şey kendiliğinden olmayacak. Kaygım beni motive etmeyecek. Kimse gelip aşkıyla hayatımı birden büyülü bir cennete çevirmeyecek ve gitmek hiç bir şeyi düzeltmeyecek. Zaten gitsem de hayatımın rüyalarımdaki hayattan daha güzel olduğuna inanana dek erken kalkmayacağım. Bugün de çöp oldu diyerek ertelediğim her şeyi yarına, yarına ve yıllara bırakacağım.
Daha önce denedim.
Mevzu insanlar değil.
Mevzu benim.
Ve onu, içimde çözmeliyim

18 Mart 2019 Pazartesi

YA SONRA?

Ne düşündüğümü bile ayırt edemezken başımdaki kalabalıkta, düşlerimi bana benden daha iyi anlatan bir yazarı kıskanmanın doğurduğu hiddetle yazıyorum.
Dudaklarıma çalıyorum, asla ölmeyen kahramanının repliklerini. Yaşamak daha kolay geliyor.
Tüm bu özlem ve öfkenin içinde, yazar, yalnız olmadığını hatırlatıyor insana.
Sol anahtarıyla açıyor cümlesinin kapılarını bir müzisyen. Ancak bu kadar nazik söylenebilir insana özel olmadığı.
Rahatlamalıyken, kibirlenişime öfkeleniyorum.
Bir duygu cümbüşü şenlendiriyor solmuş çehremi.
Bırak beni. Kulaklarının arasına sıkışmış bir budalayım!
Kahve içtiğim kupanın dudağıma değen tarafından dışarı az mı süzüldü damla? Her seferinde sildiğim baş parmağımla.
Ve bunu yalnız, ben yaptım sandım.
Anlıyor musun?

Aynaya bakıyor insan bazı satırlarda. Kendini görmekten öte, yalnız olmadığını bilmek istiyor. Yakalamaya görsün doğru kitabı. Aynı yazar yazmış gibi sonunu heyecanlı. Hadi bana bir sufle ver! , diye uğuldar içindeki fırtına. Yalnız gözlerindeki deniz duyar.
Düşüyor kahraman.
Peki şimdi ne yapacağım?!
Sen duymadan kalkıyor ayağa.
Satır atlamış olma umuduyla tekrar tekrar geçirişin gözden hayatı, ah nasıl da dokunaklı.
Birkaç süslü cümleyle geçiştirir gibi, hikayenin bu kısmını kendin yazman gerektiğini hatırlatıyor yazar.
Allah belanı versin ama.
Deme. Silinmiyor satırlar.
O, haklı bir yazar.

Bu çok anlamsız.
Belki de ölmeliyiz artık.
Bu kez okur alıyor eline kalemi; hayal kırıklığının doğurduğu hiddetle. Nasıl da sert tutuyor, kıracak gibi.
Mükemmel yazardan bahsederken, bir damla süzülüyor kupasından.
Aynı anda bırakıyor kalem kendini beyaza. Baş parmağıyla siliyor siliyor kendinden yana tarafı.

Satır başı:
Mükemmel bir yazar; acı ona anlam katacaksa, kahramanını öldürmeye hazırdır.
Çünkü bilir; ölüm, sadece başlangıçtır.

Ve BUM!
Bir silah? Ya da kapıyı vuran bir rüzgar belki? Öldü bitti mi? Çıkıp gitti mi?
Bilmiyorum.
Bu sonu kendin yazmalısın.

16 Mart 2019 Cumartesi

O’nun Aklı

İnsanın kafası karışık olmaz. İnsan ne yapması gerektiğini en doğru şekilde bilir. Hatta en doğrusunu insan kendi bilir.
Ve insan buna rağmen, akıl danışmaz. Bildiğinin aksini,
duymak istediklerini söyleyecek bir insan arar sadece. Ve onu bulduğu anda, ona inanmaya hazırdır.
Evet. İnsan aptaldır.
Kararlarının sorumluluğunun kendine ait olduğunu düşünmek istemeyecek kadar korkak.
Kararlarının sebepleri için başkasının aklını neden gösterecek kadar aciz.
Ah! Nasıl da kandırıyor kendini insan.
İnsanın kafası karışık olmaz. Duygularıyla aklının ortasında kalmıştır bedeni.
-Aldım verdim ben seni yendim.
Biraz kalabalık duygular.
Biri sağdan biri soldan. Çekiştirir kazağının kollarından. Süner ruhun, dağılır an; makineye de atsan çekmez zaman.
Sıyrılırsın içinden aşağı. Artık çıplak ve diptedir yaran.
Utanç dönüşür arsızlığa. Şükredersin Yaradan’a tükürseler de yarana.
Ve bir an, anlamazsın, gün ışıldar batıdan. Rüya olmadığına emin olduğun gün sars kendini. Sokak lambaları sönmeden dikil karşısına mehtabın. O gün, durulacak aklın.
Acı bir gülümseme düşsün dudaklarından.
Dinle. Güzel günler inan, yakın.

5 Mart 2019 Salı

Doğanın Dengesi

Nefretin utancı dürtüyor göğsümü.
Bir iç konuşma doğuyor zihnimde.
Defalarca gördüğün halde sonu zuhur etmeyen rüya gibi.
Tahammülümü tüketen hep aynı polemik.
Sen konuşmak istemeyince susmuyor karşındaki.
Saygı da kalmadı artık.
Cık cık..
Kana kana sövüyorum ardından.
Alamıyorum hıncımı.

Hangi kelimeyi seçsem, afallıyorum?
Edebiyatın hor gördüğü duygular bunlar.
Bir isim bahşedilmeye layık görülmemiş piçler.
Yılıyorum öfkemden, yılmıyor dışımdaki kahpeler.
Doğuştan herhalde? Sakin olmalıyım.

Deprem oluyor korkularımda.
Altında kalıyorum nefretinin.
Kendi sesini kendin duyacaksın.
Yoksa ölürsün.

Huzuru kendi içlerinde bulamamış insanlar, huzuru kendi içinde bulmana izin vermeyecekler.
Ama sen direneceksin.
Bir iki damla saf göz yaşı dökeceksin çocukça.
Nasır tutacak naif ruhun, sertleşeceksin.
Başta bir delireceksin ama zamanla çarpsa da hissetmeyeceksin.
Sıkılacaksın sonra, bir bakacaksın çarpan sensin.


Önce saçlarını ağartıp, sonra boyatmanı öneren insanların arasında sıkışıp aynı diyaloğu tekrar ederken bulacaksın kendini.

Sus!
Hayır, hak etti!
Öfkeden delireceksin aptal!
Bir vursam rahatlarım aslında..
Şiddet çözüm değil, hoş görmelisin.
Kes sesini mal!

Kendimi dizginlemem gerekmediği bir yerlerde var olma arzusundan doğan hayal kırıklığı kamçılıyor öfkemi.
Yuttuğum cümleler şişiriyor boğazımı.
İnsan başkasının kansızlığından enfeksiyon kapar mı?
Bozuluyor doğamın dengesi, ne kadar yaşarım bilmem.
Katilsiniz.

12 Şubat 2019 Salı

Bedenim Benim Avatarım

Şeritleri eziyor arabanın farı
Karanlık bir yolda arka koltuktayım
Düşünüyorum, sağ avucumda sol omzu
İçimde ya ölürse korkusu

Tanrının parçalarıysa içimizde diyorum
Ve dökülecekse hatalar vicdan çiselerken üzerimizden
Geriye kalan nedir bizden?
Biz diye bir şey yok, görüyorum.

Aynı ruh, binlerce beden
İçimdesin aslında anlıyorum
Sırf bu yüzden,
Kendime şefkat duyuyorum

Seni sevmek için, kendimi seviyorum.
Kendimi, içimde sen varsın diye seviyorum.
Merak edersem bir gün fikrini, içimde duyacağım sesini.

Ve bu beden, her günahıma yataklık eden
Toprak olacaksa bir gün, doğadır beni misafir eden
Koşabilmem için dizlerini ödünç veren
Ben tanrıyım.
Ve bedenim, benim avatarım.

27 Ocak 2019 Pazar

Kapılar

Dilediğin zaman kapatabilmek kapılarını.
Sadece sen ve sen.
Bilmez lezzetini içine gömülemeyen.
Belki biraz mazi, telve kokulu hayal biraz.
Acır ruhun, sütlaç tadar sanki;
Özlem gibi.
Damağında kalır mazi.
Günün sonunda parlar vanilya kokulu mumda kendi yaktığın ateş; sanırsın sanki içindeki.
Nefesinin ondan güçlü olduğu gerçeğini bilerek izlemek titreyişini.
Bağır hadi...
Korkak!
Şimdi yaslanabilirsin arkana dostum...
Ah! Ne de lükssün tek başınalık...
Gecenden öperim yalnızlık..