29 Mart 2013 Cuma

NEREDE BU TANRI?

Nerdeydi tanrı? Bir ağacın dibinde mi? Yoksa göğünde mi en yüksek, evrenin? Dibinde mi yerin, en derin katmanında yoksa ucunda mı görünmeyen, okyanusun? Tabiatın kalbi evi miydi tanrının? Peki neydi tabiatın kalbi? Kuş muydu, uçan en yüksekten ve hırçın? Yoksa bi karanfil mi en güzel? Sahi karanfil demişken; neden gül bilinir en güzel çiçek? Bülbül bir ona vuruldu diye mi? Sordunuz mu hiç o bülbüle siz, daha önce hiç görmüş mü orkide? Anladın mı ya okur? Tanrı, ta kendisiydi kainatın. Şah damarındayım demiş ya, aptal olma. Ne diye bakarsın ki hemen bileğine? Ne yerde ne gökte, ne bulutlarda, ne denizde. Ne kanadında bi kuşun ne yüzgecinde bi balığın. Ne sende ne bendee.. O hem yerdeydi, hem gökte. Hem bulutlarda, hem denizde. Hem kanadında bi kuşun. Hem yüzgecinde bi balığın. Hem sende, hem bende. Yeklerde değil; hem'lerde ve hiç'lerdeydi o. Aşkın kelime anlamında değildi o. Tanrı kelimelerle var olur mu hiç? Aşk, tanrının kendisiydi. Kays ne diye mecnun oldu sanırsın sanki? Aradılar onu. Çok aradılar. Çöllerde, göllerde ve her yerde. Ne Şems yoruldu ama ne Yunus Emre.. Sonra bir gün, bakmakdıkları bi yer kalmadığını fark ettiler. Onlarda yanıldı. İçimizdeydi tanrı. Başkalarının içinde. Ve her yerde. Kendini bilen RAbbini bilmez miydi? Aradıkları kendileriydi. Kendini dağın zirvesinde, taşın altında aramak delilik dediler. Ama zaten, aşk delilik değil miydi? Delirmek gerekti keşfetmek için kendini. Delirmek için bu dünyadan olmamak gerekti. Onlara benzememek. Farklı olana, baş kaldırana deli dediler. İnanç uğruna can verende deli oldu, görünmez bi han uğruna yollara düşende. Ama asıl delilik, aşkı bu dünyaya bürüyen zihniyetti. Anlamadılar.. Sevmekte var olurdu hakikat. Ama tek bir şeye bağlanmadan öyle. Sevmek her şeyi ve herkesi. Sokaktaki Mehmet amcayı, tanımadığın ve belki hiç tanımayacağım Hacer teyzeyi. Evin önündeki serseriyi ve pazardaki dilenciyi. Dişçideki randevunu beklerken oyalanmak için okuduğun dergiyi ve rengini bile bilmeden bastığın halıyı. Her şeyi be her şeyi. İyiliği ve kötülüğü . İhaneti ve sadakati. Yalnızca O var içinde diye, her şeyi... Ama bilirim, insan sevemez kendini kolay kolay. Rabbini bulamadığı için huzursuz olur. Huzursuz insansa, kendini noksan görür. İnsansa mukemmelı sever. Allah her yerdeydi hani hatırla. Senin içinde ve dışında. Şimdi sen, seversen her şeyi; kendini de seversin. Kendini seversen de, rabbini. Bu sebepten birden çok kez aşık olabılır ınsan. Allah her seyse eger, sevdıgın kısıylede Allaha aşıksındır. Cunku o parçasıdır yaradanın. Ruhundan üflemişti hani kainata hatırla! Her bedende bir sıfatı var onun. Bu yüzden her insan insan özeldir işte. Her insan bi dünyadır bu yüzden. Ve bir amacı vardır her bireyin. Sıfatının gereğini layığıyla tamamlamak. Biri çeker giderse bu dünyadan, yalnız büründüğün et yığının çürür. Görevini tamamlar, yeni doğan bir bebeğe devredersin bayrağını. Başka bir bedende can bulur görevin. Sıfatını minik bir nur taşıyordur artık. Yenilenmeyi bekleyen bir görev ve tertemiz bir hayat. Tek bırıne değil bu yuzden, her seye aşık olmalı ınsan. Ve hiç bir şeye. Birini sevdinse ve o öldüyse üzülme mesela. Tanrı ölür mü? Yaradan eksik kalır mı hiç ? O başka bi sıfatla yeniden doğar başka bir bedende. Arayışta budur işte aslında. Giden parçaları, gelenlerle yeniden doldurmak. Maddeyi değil aslolan, aşka aşık olmak. Çav bella!

18 Mart 2013 Pazartesi

ÇEK O FİŞİ

Bir gün kaybederim diye, aslında gerçek olmadıklarına, onların yalnızca hayalimde yarattığım insanlar olduklarına kendimi inandırmaya çalıştırdığım insanlar tanıdım. Hepsini sevdim. Ama birinde buldum yalnızca kendimi. Güçlü olmak zordu ikame ettiğim bedende. Bir komidinin üzerindeki toz olmak, titiz bir kadın tarafından silinip evrende hiçliğin kalbine erişmek istediğim zamanlarda tanıdım hep onları. Kahramanlıklarıma sebepti her biri. Biri için çölleri düşündüm. İmkansızdı varmam Sahra'ya. Çölleri değil ama kendimi aştım. Diğeri için kaçmak istedim uzaklara. Ben kaçamadım ama, aklımı kaçırdım uğruna. Öteki kör etmemi istedi aşkın gözlerini. Bahsettiği aşka rastlayamasamda yüreğim âmâ oldu çıktı yoluna. Yalnız biri için yıldızları indirmek istedim. Yıldızlar inmedi... Bulutlar kiraladım ikişer kişilik. Cam kenarıydı onun ki. Benimle gelmedi. Sonra anladım ki; yıldızlar onun bahanesiydi, bulutlar benim. O, gidemeyeceğimizi bildiği için 'yıldızlar' dedi; ben, yalnız biz olalım diye 'bulutlar.' Benim cümlelerim, benim hislerim, benim düşüncelerim bir başka bedende can buluyordu sanki. Artık onların bana ait olmadığını görmüştüm. Bize, yalnız ikimize... Sonra... Sonra bir balondu patladı işte amaan. Aşk bizim neyimize lan hem. Tuvalette sırf biraz daha rahatlayayım diye, çişimi tutan bir insanım ben. Çapım bu yani. Neyse. Velhasıl gördüm ki, sökerdi çivi çiviyi. Herkes sevilirdi bir gün. Eskiler acıtmazdı çok. Bu devirde, izleri de kapatılırdı hatta belki. Fondöten diye bir şey var. Yani aşka dair bir şey öğrendiysem o da şudur ki ya okur; ilişkinin beyin ölümü gerçekleşmişse, kalp atıyor diye zorlamanın alemi yok. Çek fişi.

3 Mart 2013 Pazar

YA PATLARSA?

Küçükken annem bana bir uçan balon almıştı. Çok sevmiştim onu. Diğer oyuncaklarımın hiç bir kıymeti kalmamıştı gözümde. Bir çocuk için oyuncağının uçması kadar gurur verici bir şey olamazdı sonuçta. Ya patlarsa korkusuyla bir gün bile oynamadım onunla. Gözüm gibi bakardım. Odamın sol üst duvarında havada öylece dururdu. Kimse yaklaşmasın diye de hayali bir de sınırım vardı yerde. Yaklaşını ısırırdım. Sonra bir gün, patladı. Daha bir kere bile oynamamıştım onunla. İpini tutmaya bile korkardım. Patladı lan. Durduk yere. Hayatı bu şekilde yaşayamayacağımı öğrenmiştim. Birileri geliyor, içindeki havayla kendini sana hayran bırakıyor, sonra da ya patlıyor ya da havası sönüyordu. Düşünüyorum da, kötü de olmuyormuş hani bazı travmalar. 8 yaşımda çıkardığım en sağlam dersti sonuçta: "Tüm balonlar, bir gün patlar..."