28 Ağustos 2014 Perşembe

AKŞAM SEFASI

Bayram arifesiydi. Sonbahardı. En korktuğum oyun misket, en sevdiğim taso oynamaktı. Misketlerden korkardım çünkü bir gün büyük olanlarından birini yanlışlıkla yutmuştum ve gözüm kararırken anca çıkarmışlardı. En sevmediğim, en sinir olduğum, en eğlendiğim... Hep en' lerim vardı. Ama beni en üzen şey, bir oyun değil, kapımızın önündeki sarı pembe açmamış çiçeklere bakmaktı. Volkanlar vardı en aşağıda oturan. Babası kapıcıydı. Osman Amca. Her sabah kapıyı çıkıp bakardım suluyor mu diye. Her yeri sulardı. Suyu yetmiyor sanıp bir de ben sulardım o gidince. Ama hiç açmazlardı... O gün ayağımda anneme yalvara ağlaya aldırdığım bana iki numara büyük kırmızı papuçlarım, üzerimde aynı büyüklerin giydiklerine benzer siyah paltom vardı. Kadife. Kendimi Türkan Şoray gibi hissediyordum. Hayran olunası kirpikleri vardı. Dönemin en güzel kadınlarından. Kirpiklerinin takma olduğunu söyleyen o kıskanç koca karılar, kırmızı hayranlığıma tek damla siyah düşüremediler. İşte öyle güzeldim. Ayna karşısından ayrılmalıydım. Annemin söylediğine göre eğer çok bakarsan, aynalar çatlarmış. Çok paramız yoktu. Yeni bir ayna alamamanın korkusuyla karşısında fazla kalamıyordum. Saat 7 olmuştu. Geçti ama sonbahar başında hava kışa oranla geç karardığından sokağa çıkmak diğer çocuklar için sorun olmuyordu. Biraz da yazdan kalma alışkanlığın rahatlığı vardı sanırım. Bana yasaktı ama. Güneş batınca evde olmalıydım. Suat dışarıda top oynuyor olsa gerekti. Yeni paltom ve kırmızı papuçlarımla beni görmesini istiyordum. Çünkü bunlarla mahalledeki en güzel kız bendim gibi geliyordu. Uzunca bir yalvarıştan sonra anneme, izni kopardım. Kapının önünde oynamak şartıyla tabi. "-10 dk" dedi. Havalara uçmuştum. Zaman kavramı çocukken yoktur. Bana 3 saat gibi bir zaman dilimi gibi gelmişti. Gözlerimi sildim. Ağladığım belli olmasındı. Annem başka türlü izin vermezdi. 1.kattaydı dairemiz. Çıkıp dış demir kapıya koştum. Merdivenlerden inerken ayağım, üzerine paspas konulan demir ızgaraya takılınca uçtum. Papuçlarım ayağımdan fırlamış, paltom toza bulanmıştı. Bir de ellerimde küçük yaralar vardı. Ağlamak istiyordum çünkü canım yanıyordu. Düştüğüme mi utanayım az sonra ağlayacak olmama mı? Yerin dibine girmek istiyordum. Başımı kaldırdım. İşte onunla ilk kez orada karşılaştım.Burnumun ucunda sarı pembe çiçekler vardı. Akşam sefası.. Açmışlardı! Tam bir çiçek olmuşlardı... Etrafımı yoklamak için doğrulmaya çalıştım. Suat görmüş müydü acaba? Dizlerimin üzerinde doğrulup ellerimi yerden kaldırdım, avuçlarıma baktım. Annemin sabah yüzüne sürdüğü ve kuruyunca, aynı dolaba koyarken peynir tabağının üzerine örttüğü jelatin gibi, soyduğu o kreme benziyordu. Kurumuş haline. Ağlamaya başladım akşam sefasına bakarak. Güzellerdi. Ama ben ağlıyordum. Ellerime bakmak için tekrar başımı eğdiğimde eller 3 olmuştu. Başımı kaldırdım. Suat, bir elinde elim bir elinde papuçlarım, gülümsüyordu. Elimi tutup kaldırdı. Şaşkındım. Paltomun tozlu yerine hafifçe vurdu bir kaç kez. -"Bak. Çıkıyor. Üzülme. Hadi giy şunları. Çok güzellermiş. Bayram için mi? " Utandım. Başımı aşağı yukarı sallayıp bi; -"Hı hı..." demekle yetindim. -"Bunları daha önce gördün mü?" -"Elbette!" Az önce düşen ben değilmişim gibi kabardım, "Benim sayemde açtılar, onları suladım, ilk kez açıyorlar sarı pembe çiçekler!" Güldü. -"Onlar akşam sefası..." -"Ney ney? Sarı pembe çiçekler onlar." -"Akşam sefası onlar. Hep açarlar. İlk kez değil. Yalnız akşamları, gün batınca.. Gün doğarken tekrar kapanırlar. " Gözlerimi kocaman açmış Suat'ın yeşil gözlerine bakıyordum. Ne diyordu bu Allah aşkına? Akşam açıp sabah kapanan çiçek mi olurmuş? -"Öyle şey mi olur? Ben suladım onları. Ondan açtılar." Güm! Of tam da kafama! Ferhat top oynamayı ne zaman öğrenecekti acaba!? Arka mahallenin çocuğuydu Ferhat. Annesi öğretmendi. Ferhat'a diğer çocuklar tarafından saygı duyulurdu. Çok şey bilirdi çünkü. Zekiydi. Yine de benim de annem öğretmen olsa ben de bilirdim demekten alıkoyamıyordum kendimi. Kıskançlık mıydı bu? Amaaan ne alakası var! ... Genelde toplaşır onun mahallesine giderdi Suat'lar. Suat'ı camdan gizlice izleyememenin en büyük nedeniydi bu. Evet. En büyük düşmanım, bir mahallenin muhitiydi. -"Hahaa kafana mı geldi. Afedersin ya. Yanlışlıkl... Aaa akşam sefasıı... " Şaşırdım. O da aynı şeyi söylüyordu. Sanırım bilmeyişime sinirlendim. Gururuma dokundu. -"Akşam sefası değil! Sarı pembe çiçekler onlar!" -"Akıllıııım, rengi sarı pembe olabilir bu akşam sefası... Sabah kapanır akşam açar bunlar... Serkan beni bekleyin!!" Topunu alıp diğerlerinin yanına koştu. İnanmıştım. Onun annesi öğretmendi. Yine de şaşkındım. Ellerim aklıma geldi. Başımı eğdim. Avucuma, tam da jelatinli yere bir sarı bir pembe akşam sefası bıraktı Suat. Başımı kaldırıp baktım. Gülümsüyordu. "Sen" dedi. "Sarı da değilsin pembe de. Kırmızı gibisin." Kırmızı papuçlarım! Onlar olmadan bi hiçtim! Sol elindelerdi hala. Onlara baktığımı gördü. Ayaklarım çıplak kalmıştı. Tekrar güldü. "Sen" dedi. "Papuçların olmadan da güzelsin"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder