Ne düşündüğümü bile ayırt edemezken başımdaki kalabalıkta, düşlerimi bana benden daha iyi anlatan bir yazarı kıskanmanın doğurduğu hiddetle yazıyorum.
Dudaklarıma çalıyorum, asla ölmeyen kahramanının repliklerini. Yaşamak daha kolay geliyor.
Tüm bu özlem ve öfkenin içinde, yazar, yalnız olmadığını hatırlatıyor insana.
Sol anahtarıyla açıyor cümlesinin kapılarını bir müzisyen. Ancak bu kadar nazik söylenebilir insana özel olmadığı.
Rahatlamalıyken, kibirlenişime öfkeleniyorum.
Bir duygu cümbüşü şenlendiriyor solmuş çehremi.
Bırak beni. Kulaklarının arasına sıkışmış bir budalayım!
Kahve içtiğim kupanın dudağıma değen tarafından dışarı az mı süzüldü damla? Her seferinde sildiğim baş parmağımla.
Ve bunu yalnız, ben yaptım sandım.
Anlıyor musun?
Aynaya bakıyor insan bazı satırlarda. Kendini görmekten öte, yalnız olmadığını bilmek istiyor. Yakalamaya görsün doğru kitabı. Aynı yazar yazmış gibi sonunu heyecanlı. Hadi bana bir sufle ver! , diye uğuldar içindeki fırtına. Yalnız gözlerindeki deniz duyar.
Düşüyor kahraman.
Peki şimdi ne yapacağım?!
Sen duymadan kalkıyor ayağa.
Satır atlamış olma umuduyla tekrar tekrar geçirişin gözden hayatı, ah nasıl da dokunaklı.
Birkaç süslü cümleyle geçiştirir gibi, hikayenin bu kısmını kendin yazman gerektiğini hatırlatıyor yazar.
Allah belanı versin ama.
Deme. Silinmiyor satırlar.
O, haklı bir yazar.
Bu çok anlamsız.
Belki de ölmeliyiz artık.
Bu kez okur alıyor eline kalemi; hayal kırıklığının doğurduğu hiddetle. Nasıl da sert tutuyor, kıracak gibi.
Mükemmel yazardan bahsederken, bir damla süzülüyor kupasından.
Aynı anda bırakıyor kalem kendini beyaza. Baş parmağıyla siliyor siliyor kendinden yana tarafı.
Satır başı:
Mükemmel bir yazar; acı ona anlam katacaksa, kahramanını öldürmeye hazırdır.
Çünkü bilir; ölüm, sadece başlangıçtır.
Ve BUM!
Bir silah? Ya da kapıyı vuran bir rüzgar belki? Öldü bitti mi? Çıkıp gitti mi?
Bilmiyorum.
Bu sonu kendin yazmalısın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder