Tak tuk tak tuk tak tuk...
“Hay anasını! Nereden giyindim şu ayakkabıları!”
...
Yelkovanla asla anlaşamayacaktım. Hep bir inat, hep bir kafasının dikine gitme çabası.
Geç dersin akmaz, dur dersin uçar. Dans dersime geç kalmıştım..
Hoca çoktan terletmiştir sınıfı, diye düşününce bir boş vermişliğe bürünerek adımlarımı yavaşlattım.
“Amaan! Battı balık yan gider.”
Derken iyice akşam yürüyüşü moduna girdim ben.
Sanırım o kadar yavaşlamasam, onu asla fark edemeyecektim.
Alice.
Kulakları olan bir altın külçesi, sarıya boyanmış bir fareye benziyordu.
Henüz tam anlamıyla “bir kedi” denilemeyecek kadar küçüktü.
Gülümseyip iki üç adım attım.
Ve durdum.
Daha önce çok kez bu durumu yaşadım. Şu alıp eve götürme isteği hani.
Bu kez farklı bir şeyler vardı.
İçimdeki çocuk yalvarmaya başladı ebeveyn benliğime.
“Bizim olabilir miii? Besleyebilir miyiiim? Noluur alalım noolurr bizimle gelsiin!”
Onu bastıramayacağım kadar hakimdi bana sesi.
“Tamam” dedim.
“Ama iki gün sevip üçüncü gün sorumluluklarını unutursan ağzını burnunu kırarım.”
İçimdeki çocuğa genel olarak serttim. Bunu Alice’den sonra fark edecektim..
Geri döndüm..
Sordum soruşturdum. Annesi ve kardeşi hastalıktan ölmüş. Oralarda hayrına bakıyorlarmış.
Aldım götürdüm. Maması, tabağı, yatağı, aşıları derken aldığım üç kuruş parayı olduğu gibi onun için harcıyordum. Yine de benim için her şey yolundaydı.
Bir süre sonra Alice in karnı şişmeye başladı. Başta önemsemedim ama karnı şişmeye devam etti.
Veterinerine götürdüğümde Alice in FIB olduğunu öğrendim.
Evet. Alice ölecekti..
Ağrılarını azaltmak için verdiği bir iki ilaç dışında yapabileceği hiç bir şey yoktu bu beyaz önlüklü adamın.
Ne kadar üzgün olduğumu anlatmayı deneyemeceğim bile.
Yapamayacağımı biliyorum çünkü.
Hiç kurtuluşu yok mu, diye sordum.
“15 yıllık veterinerim, kurtulan 1 kedi gördüm şimdiye kadar” cevabını verdi.
Hüznüm çaresizlikten hırsa dönüştü.
“O halde ona iyi bakın. Çünkü bu 2. olacak!”
Hırsınsa teslimiyete dönüşümü çok uzun sürmedi..
“Lütfen öyle olsun..”
Dua etmeye başladım.
Her akşam karnını okşayıp, küçükken bildiğim dualar arasında en güçlüsü gibi gelen ayetel kürsiyi defalarca okuyordum.
Uyurken bariz bir şekilde duyduğum hırıltısı kesiliyordu ara ara. Her kesilişinde de yüreğime iniyor, yatağına koşup burnuna kadar yaklaşıyor ve nefes alıp almadığını kontrol ediyordum.
Bir süre sonra kardeşimin kediye alerjisi olduğunu öğrendik. Kötü durumdaydı. Apar topar hastaneye götürdük onu.
Doktor şiddetle uyardı. Alice kesinlikle evde kalmamalıydı..
Onu bırakamazdım. Aramızdaki görünmez bağ çoktan vücudumu kundaklamıştı.
Zaten benim gibi ona kimse bakamaz, diye düşündüm. Hastaydı. Kimseye güvenemezdim.
İlacının saatini kaçırmasa bile, dua edecek miydi onu alan kişi benim gibi?
Bilemezdim.
Yurtdışında FIB in tedavisinin kesin bile olmadığı farklı operasyonlara baş vurmak için kredi bile çekmeyi düşünürken, onu kimseye veremezdim.
Varım yoğum Alice’ti.
...
Ayrı eve çıkma kararı aldım onun için. Ama nasıl? Beş kuruş param yoktu ki.
Annemin eşi kanserdi.
Ona dokunur korkusuyla annemin evine de gidemiyorduk.
Sonunda onlar büyük bir eve çıktıklarında, arka odada Alice’e bakabileceğimi öğrendiğimde dünya gerçekten benimdi sanki. Bir kelebek kadar hafif, bir kuş kadar özgür hissediyordum. Uzun bir süre işime biraz uzak kalsa da Alice ile orada yaşadık. Bir süre sonra Alice’İn karnının indiğini fark etmeye başladım. Veterinere tekrar gittiğimizde, beyaz önlüklü adam bir mucizeye bakarmışçasına tahlil sonuçlarının olduğu ekrana bakıyordu. Alice in karnındaki sıvı kaybolmuş, FIB yok olmuştu..
Sevgi ve duanın gücüne inanın.
Sevgiyle kalın.
Ha bu arada, Alice’ e ne mi oldu?
Mutlu bir sondan söz edemeyecek olsam da, Alice için güvenli bir sondu.
Anlatayım;
Annemin eşini bir süre sonra kaybettik. O evden taşındık. Ve Alice’i bir arkadaşımıza vermek zorunda kaldık. Bu ayrılışın bana verdiği acıyı tarif edemeyecek olsam da, şunu bilmek beni rahatlatıyordu.
“O artık iyi. Ve iyi bir aileye gitti.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder