17 Mayıs 2014 Cumartesi

BİR TAKSİ HİKAYESİ

Muazzam bir sanatçı olan Yaradan 3 şekilde konuşurmuş muazzam bir şaheser olan kullarıyla. Kuran ile, yüreğine ilham ile ve diğer kulları aracılığı ile. Şubat ayıydı aklımda yanlış kalmadıysa. Herkes gibi evime gidip sıcak bi çay içmenin hayaliyle koşturuyordum yolda. Elimi cebime attım. Son bi 5 liram vardı. Söverek yürümeye başladım hayata. Anlamsızlığın varlığına inanışımın son raddesindeydim. Beynimi kurcalayan hiç bir sorunun cevabını alamayışıma yanışımda ağzımdan dökülüverdi; "Her şeye okey de baksana! Böylesine güzelken sen, böylesine kirli dünyayı yaradışında senin gayen ne?" Kendimce verdiğim cevaplar yetmiyordu aklımdaki sualleri tatminime. Yeterince üşüdüm. Ortaköyden taksiye bindim. 3. yol ile yaradanın konuştuğuna inandım hep benimle. Ömrümde hiç görmediğim ve belki de bir daha asla göremeyeceğim o taksici muhabbet etmeye başladı benimle. Sen buna can sıkıntısı de istersen. Benim için çok daha fazlasıydı lakin. Kainatta var olan kelimelerin büyüsü olduğuna inanıyordu taksici. Her birinin mükemmel tasarlanmış ve harflerin büyük bir özenle bir araya getirilmiş anlam hazineleri olduğuna. "Hayat" dedi. "Bana ne olduğunu söyle." Şaşırmıştım. Yanıtını asla bulamadığım soruları yöneltiyordu hayat inatla bana. Oldukça yaşlıydı. Ne diyebilirdim ki? Yanıtı bildiğine emindim. Merakıma galip gelen egomun dürtüsüyle kapak gibi bir cevap arıyordum kendimce. Yanıtını deli gibi aradığım sorunun cevabını verememeye utanışımla irkilip durdum. Tanıdık geldi mi bu hal? Biz, hep aynı şeyi yaparız.. Sustum. Bir kez daha yöneltilse şimdi o soru bana, "Cevap Allah" demek geçiyor içimden; "Soru ne?" Bir süre sustum. Derin bi nefes aldım. "Ölümü beklerken, oyalanmak sadece.." Sustu. Yanıtımla tatmin olduğunu düşünerek arkama yaslandım müthiş bir egoyla. Susuşunun, kainatın sesini dinlemem için bir araç, sukunetin yegane amaç ve en büyük suale yanıt olduğunu anlayamamıştım o an. Camı açtı taksici. "Klima çalışmıyor mu?" Tebessüm etti; "Rüzgarı dinle kardeşim." Rüzgarın nesini dinleyecektim ki? Rüzgar işte. Bozulan saçlarımı kulağımın arkasına attım. Sessizliğin doruk noktasında, ortada süspansiyonları bozuk taksinin tekerleklerle çıkardığı paldır küldür sesler ve mazot kokusu vardı sadece duyu organlarımdan 2 sinin algıladığı. Sonunda kapımın önüne varmıştım. "5 lira abla." Parayı uzattım. Kapının koluna yeltendiğimde sukunetini bozdu taksici.. Hayat" dedi. Ve parçaladı özü görebilmem için bu muazzam kelimeyi. "Hayat; yaşadığımız" dedi ve devam etti.. "Hay; Yaradan, haya; güzel ahlak, -at; emir kipidir arapçada. Yaradan, hayatta güzel ahlakı emrediyor." İkinci kez şaşırdım. Aklımı mı okuyordu bu adam? "Kelimeler" dedi. Kelimeleri kurcala kızım. Böl, çarp, ekle, çıkar. 4 işlem bu hayatta, matematiğin bile 1. Sınıf olsun. Her yanıta yeter. İnan bana. " boş boş bakıyordum suratına. Haznemdeki tüm kelimeler üşütü bir anda aklıma. Habib, mesut, saadet, nezafet.. Neydi içlerindeki anlam? "Güzel yaşa" diyip vitesi 1 e taktı. İndim. Çantamdaki anahtarı ararken, ilham etmiş olduğundan olsa gerek yüreğime yaradan, anladım. Dünyayı pak yaratmış olan o, kirleten bizlerdik. Hayasını kaybetmiş, hayanın anlamını yalnız kadına yükleyerek özünden saptırmış bizler. Onun bir çocuğun başını okşamak olduğunu çoktan unutmuştuk. Dili dışarıda bir köpeğe sus vermek olduğunu. Her gün yanlarından umarsızca geçip gittiğimiz insanları gülümsemek olduğunu. Güneşin doğuşuna şükretmek olduğunu. Nu.. Nu.. Nu.. Altın kuralı unutan bizlerdik. Anahtarımı bulup eve girdim... Demlenmiş çayımı bardağa dökerek oturdum. İyi de niye vardı yeryüzünü kirleten bunca kötülük? Aslında temizken her şey yolundan sapan bizler miydik? Yoksa ezelden beri mi vardı aklımızca yarattığımız kötülük kavramı? Kabil'in döktüğü ilk kandan beri var olan, senaryonun parçası mıydı? Yoksa bu bizim uydurmamız mıydı? Böylesine güzel yaradan, neden istesindi ki kötülük kavramını yaratmamızı? Düşündüm. Bir ayet çarpıp düştü beynime; kelebeğin göremediği esaret camına aldanıp düşüşü gibi. "Biz, kötüyü iyiye imtihan olsun diye yarattık." Evet. Kötü vardı kainatta. Kötü diye bir gerçek. Arsız sorularım bitmiyordu bir türlü.. Yaradan tüm kainatın yansımasıysa; o, kötü müydü aynı zamanda? Kötü; onun dışında bir kavram olabilir miydi yoksa? Yokluk bile bir varlık değil miydi? Tanrının dışında bir şey var olabilir miydi? Aklım almıyordu. Evet dedim. Tanrı aynı zamanda kötüydü. Düşüncemi noktalamadan üzerime dökülen çay, tokadıydı sanırım yaradanın. Küfrettim önce. Ama dur o ne? Bir ilham daha yüreğime.. Ne acıydı; her secdede tekrar ettiğimiz cümlenin anlamını asla düşünmemiş olan bizlerin cehaletinin arsızlığı.. "Subhane rabbiyel ala" ; "O, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir." Nasıl böylesine büyük olabilirdi tanrı? Yetmiyordu aciz aklım. Onun dışında hiç bir şey olamaz ve dışında taşıdığı tüm kötü kavramlardan nasıl münezzeh olabilirdi? Böylesine büyük ironileri bile tutarlı kılabilecek kadar kutsal bir güç.. İşte o, yaradandı. "Anlamsız" deme! Ben anladım. Kainat anlamsız değildi. Onu anlamsızlaştıran bizlerdik. Ve hiç bir sual yanıtsız değildi. Nefsin esaretinde bizler, bulanık gözlerimizi arzu gözlükleriyle netleştirmiştik. Sonuç itibariyle; öze kör kalmıştık. Öze böylesine kör kalıp, her şeyi görebildiğini iddia eden; hatta çoğu zaman "görmediğime inanmam" hadsizliğini bilim adı altında sergileyen bizler.. Kirlettiğimiz dünyayı aklayacak olan, bizler. Hakk'ı okuyarak, hakikati düşünerek; karayı aklayacak olan bizler.. Anlamsız anlamlandırışlarımızdan kaçarak, özümüze dönerek; O'na layık olma çabasında, bir ömür tüketecek olan yine bizler.. Kalk ve bi çay demle Adem'in torunu. Ve aç camı. Anlayacaksın; yapay esinti saçlarına göre değil. Belki de dökülmeli o çay üzerine? Sen sus. Küfre düşmek hayâna göre değil. Yansın bedenin bırak. Çayın şekerinden olsun üzerindeki tek leke. İnan böyle daha temizsin.. Dön de bir bak aynaya; O gözlükler, bu gözlere göre değil, o camı açtığında. Farket. Ve bırak bozsun rüzgar saçlarını, sen böyle daha güzelsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder